Yorum: #1
10-06-2010, 11:05
Türkiye’de her gün yeni bir veya birden fazla intihar haberi ile karşılaşmak artık şaşırtıcı değil. Aslında bir ruh bozukluğunun neticesi olarak ortaya çıkmaya başlayan bu vahim olaylar, giderek şiddetini artırıyor...
Sadece geçtiğimiz hafta biri “dul” genç bir kadın, diğeri “nişanlı” iki gencin aslında hiç de ciddi olmayan sebeplerle üzerlerine benzin dökerek kendilerini yakmaları bunun delili.
Türk halkının genel ruh yapısında bir bozulma veya zayıflamanın olduğunu, Türkiye çapında yapılan araştırmalar da doğruluyor. Sağlık Bakanlığı tarafından, Türkiye nüfusunu temsil edebilecek boyutta ve ilk kez yapılan ‘Türkiye Ruh Sağlığı Profili’ araştırması bu konuda hayli ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, Türkiye’de her bin kişiden 154’ünün, herhangi bir ruhsal bozukluğu bulunuyor. Yetişkinlerde son bir yılda ruhsal rahatsızlığı olan kişi oranı ise yüzde 17,2. Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Daire Başkanı Dr. Hümeyra Pınar, bu tabloya bakarak, ülkemizde de artık toplum sağlığımızı tehdit eden ve işgücü kaybına neden olan hastalıklar arasında, ruhsal bozuklukların ilk sıralarda yer almaya başladığına dikkat çekiyor.
Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırması geniş bir bilim adamı kadrosu tarafından yürütülmüş. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden Prof. Dr. Mahir Ulusoy, Doç. Dr. Neşe Erol ve Doç. Dr. Cengiz Kılıç danışmanlığında ve Müsteşar Yardımcısı Dr. Muzaffer Keçeci ile Sosyal Hizmet Uzmanı Zeynep Şimşek’in merkezdeki yürütücüleri olarak görev aldığı araştırma, ruhsal hastalıklarla ilgili tüm nüfusu temsil eden ve çok sayıda ruhsal sorunu tarayan ilk çalışma olması nedeniyle büyük önem taşıyor.
1993 yılında başlanılan araştırma, beş bölgede, 21 ilde, toplam 3 bin 889 hanede ve 16 bin 550 kişi üzerinde yapıldı.
Yüz kişiden 17’sinin ruh sağlığı bozuk
Son bir yılda bir ruhsal rahatsızlığı olan kişi oranının yüzde 17.2 olduğu belirtilen raporda, en yoğun karşılaşılan ruhsal bozukluklar depresyon, anksiyete ve samatoform bozuklukları olarak gruplandırılıyor. Keyifsizlik, isteksizlik, hayattan zevk alamama, güçsüzlük, halsizlik, moral bozukluğu, kendine güvende ve saygıda azalma gibi ruhsal belirtilerin yanında uyku bozukluğu, iştah kaybı, cinsel isteksizlik, vücut ağrıları gibi bedensel belirtileri yaşıyorsanız, “depresyon” olarak tanımlanan bir süreç yaşıyorsunuz demektir. Bu aşamada doktor yardımı almazsanız ve sizi “depresyon”a iten sebepler ortadan kaldırılmazsa, bu kez bir aşama öteye, “anksiyete” bozukluğu olarak tanımlanan hastalıklara yakalanma riskiniz artmış demektir. Belirtileri ise sıkıntı, bunaltı, huzursuzluk, endişe, kötü bir haber alacağı duygusu, korku nöbetleri, hastalık hastalığı ve takıntılar... Yine en yoğun karşılaşılan ruhsal bozukluklardan “somotoform bozuklukları” ise, fiziksel herhangi bir neden olmaksızın, bedensel belirtilerin olduğu hastalık grubu olarak tanımlanıyor ve uyuşukluk, felç, psikolojik kaynaklı ağrılar gibi belirtilerle tanınıyor.
Ruhsal hastalıkların ciddi işgücü kaybına neden olduğu da bir gerçek. Son bir yılda ruhsal/sinirsel nedenlerle yardım ve tedaviye başvuran kişi oranı yüzde 4.7. Bu kişilerin yüzde 39’u psikiyatri uzmanına, yüzde 33’ü nörolog ve dahiliye uzmanına, yüzde 21’i pratisyen hekime, yüzde 3.6’sı ise alternatif tedavi yöntemlerine başvurmuş.
En sık Batı Anadolu’da
Alkol bağımlılığı dışında tüm ruhsal hastalıkların kadınlarda daha sık görüldüğü belirtilen raporda, bölgelere göre yapılan değerlendirmelerde Batı Anadolu Bölgesi öne çıkıyor. Batı Anadolu’da ruhsal hastalıklar binde 75 oranında görülürken, bu oran İç Anadolu bölgesinde binde 27. Kuzey Anadolu’da ise, binde 14 oranında tespit edilmiş. Ruhsal hastalıklar şehirlerde kasaba ve köylerden daha fazla görülüyor. Araştırmada eğitim düzeyi yükseldikçe, ruhsal hastalık oranında azalma görüldüğüne de dikkat çekiliyor.
Annelerinden, kendilerinden ve öğretmenlerinden elde edilen bilgilere göre 2—18 yaş arası çocuk ve gençlerin yaklaşık yüzde 12’sinde müdahale gerektirecek düzeyde sorunlu davranışlar belirlenmiş. Her üç bilgi kaynağından elde edilen bilgiler doğrultusunda, toplumumuzda anksiyete/depresyon, sosyal içe dönüklük ve somatik yakınmalar gibi ‘içe yönelim’ sorunlarının, saldırgan davranışlar ve suça yönelik davranışlar gibi ‘dışa yönelim’ sorunlarından fazla olduğu görülmüş. Buna rağmen 2—3 yaş grubunda çocuğu olan ailelerden ruh sağlığı hizmetine başvuru hiç olmamış. 2—3 yaş grubu çocuklarda sorunlu davranışların görülme sıklığı yüzde 10.9, erişkin nüfusun yüzde 5’i antidepresan ilaçları kullanmakta. 4—18 yaş grubunda başvuru oranı binde 2. 11—18 yaş grubundaki gençlerin yüzde 5’inin yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtmelerine rağmen, başvuru oranı binde 3 olmuş.
Delilik, akıl hastalığı gibi kavramlarla damgalanma korkusunun da bireylerin ruhsal yakınmalar nedeniyle doktora başvurmalarını engellediği belirtilen raporda, ruhsal hastalıkların hiçbir şekilde iyileştirilemeyeceği şeklindeki yanlış inanışların da, toplumda geniş bir kabul gördüğü vurgulanıyor. Bu nedenle toplumda tedavi edilmemiş ruhsal hastalıkları olan çok sayıda hastanın dolaştığı da gözden kaçırılmamalı. Raporda belirtilen ‘son bir yılda ruhsal rahatsızlığı olanlardan ancak yedide biri yardım için başvurmaktadır’ tespiti de bu durumun bir kanıtı.
Hastane sayısı yetersiz
Türkiye’nin ruh sağlığına yönelik hasta, hastane ve yatak sayılarına bakacak olursak, bu alanda yeterli sağlık hizmeti verilmediği sonucu ortaya çıkıyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı son istatistiklere (1997) göre Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’na bağlı 5 tane ruh sağlığı hastanesi var ve bu hastanelerdeki toplam yatak sayısı 5 bin 620. Sağlık Bakanlığı dışındaki yataklı tedavi kurumlarının sayısı 3, yatak kapasitesi ise 576. Oysa 7. Beş Yıllık Kalkınma Planına göre olması gereken yatak sayısı 18.780. Üniversite hastaneleri ve MSB’na bağlı hastane poliklinikleri dışında Sağlık Bakanlığı’na bağlı ruh ve sinir hastalıkları hastanelerine 1997 yılı içinde 252 bin 326 kişi başvurdu. Hastanelere başvuran toplam hasta sayısı ile araştırma sonuçlarından birisi olan, ‘ruh sağlığı bozuk olanlardan ancak yedide birinin yardım için doktora başvurduğu’ sonucunu dikkate alarak çarparsak sokaklarda tedaviye muhtaç, ruh sağlığı yerinde olmayan hasta sayısını da tahmin edebilirsiniz.
Türkiye’de ruh sağlığı alanında doktordan yardım isteyenlerin yaklaşık üçte birinin başvurduğu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin 1998 Yılı İstatistikleri de toplumun ruh sağlığının nasıl tehlikeli bir boyutta bozulduğunu gösteriyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Poliklinikleri’ne, 1990 yılında 41.104, 1994’te 65.792, 1995’te 68.068, 1996’da 82.197, 1997’de 98.958, 1998 yılında ise 113.049 kişi başvurmuş. Hastanenin bir diğer önemli hizmet alanı da uyuşturucu bağımlılarına yönelik. AMATEM Polikliniklerine 1990 yılında 3.925 kişi başvururken, 1998 yılında bu sayı yüzde 295 oranında artarak 11.593’e ulaştı.
Yine yeni kurulan hizmetler arasında bulunan Uyuşturucu Bilgi Hattı (660 00 26) telefonlarından yardım isteyenlerin sayısı 1996’da sadece 215 kişi iken, bu sayı 1998’de 2.804 olarak belirtiliyor.
Binbir nedeni var
Peki, ne oldu da bu noktaya gelindi? Türkiye’nin Ruh Sağlığı Profili araştırmasında bu durumun sebebi olarak şu unsurlara dikkat çekiliyor: “Hızlı ve plansız kentleşme, yoğun göç, işsizlik, kültürel bulanıklık, yoksulluk, sosyal etkileşimin azaldığı, insanların birbirine güvenmediği, sosyal ağın parçalandığı toplumlarda, sevgi, tanınma, kendini gerçekleştirme ve etik değerlere sahip olma gibi temel insani ihtiyaçlar karşılanamamakta ve ruhsal hastalıklar için risk artmaktadır. Bu riskleri ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için yalnızca sağlık alanında değil, kamuyla ilgili her alanda devlet politikalarının geliştirilmesi gerekmektedir.”
Uzmanlar özellikle son on yılda yaşanan hızlı değişim sürecinin Türk toplumunu, ruh sağlığı açısından en fazla zorlayan süreç olduğunu da ifade ediyorlar. Değişimi hızlandıran unsur aslında iletişimin hızlanması. Bu süreçte yazılı ve görüntülü medyanın rolü inkar edilemez. İletişim imkanlarının genişlemesinin toplumu ortak noktalarda buluşturmasının yanında olumsuz etkileri de oldu. Örneğin televizyonların yaygınlaşması ile suç sayısında ve türlerinde de artmalar yaşandı. Uyuşturucu kullanımının artmasında merak duygusunun önemli bir faktör olduğu ve bu merakın, televizyon görüntüleri ile daha da yaygınlaştığı önemli bir iddia.
Medyanın toplum üzerindeki etkisi ya da toplumun ruh sağlığının önemli ölçüde tehlike sinyalleri vermesi, sadece Türkiye’ye has bir durum değil. Aslında her toplum, bu süreçleri farklı boyutlarda da olsa yaşıyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Oğuz Berksun’a göre bu noktada önemli olan, insanın ve toplumun başına gelen değil, nasıl etkilendiği: “Gelişmiş Batı ülkeleri ile karşılaştırdığımızda böyle bir durumda onlar ne yapacağını sistemli olarak öğrenmişler, biliyorlar. Yoksa bizden çok daha farklı hastalıklara sahip değiller. En gelişmiş İskandinav ülkelerinde bizdekinin 15—20 katı intihar vakası yaşanıyor. Yani sorun sadece ekonomik refahta değil. O ülkelerde yaşanan refahla birlikte yaşanan durağanlık da toplumda sıkıntı oluşturabiliyor.”
Evlilik ve ergenlik sorunları yaygın
Türkiye’nin en iyi psikiyatri hastanelerinden birisi olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kriz Merkezi’nde görevli Uz. Dr. Halise Özgüven, kriz merkezinden yardım isteyenlerin büyük çoğunluğunun evlilikle ilgili sorunlar yaşayan insanlar olduğunu, ikinci sırada ise ergenlik sorunları yaşayan gençler bulunduğunu belirtiyor. Başvuruların yüzde 20’sini ise, intihar girişimleri oluşturuyor. Merkezin faaliyetlerini anlatan Dr. Özgüven, durum sadece bir kriz durumuysa, kişinin sınırlı sayıda görüşmeye çağırıldığını anlatıyor: “Bu görüşmeler 6—12 arasında değişen kısa süreli acil psikoterapilerden oluşuyor. Ayrıca kişinin sosyal desteklerini harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bu ailesi, arkadaşları olabilir. Aslında yaptığımız şey koruyucu ruh sağlığı hizmeti. Kişinin ruhsal bir hastalığa yakalanmadan önce yaşadığı krizi çözmeye çalışıyoruz.”
Türk toplumunun ruh sağlığını değerlendiren sosyolog Dr. Dursun Ayan ise, kişilik oluşturma sürecine dikkat çekiyor. Ayan’a göre bireyler, küçük veya büyük boyutlu başarılar ile güçlü bir kişilik geliştiremiyor ve karamsar bir gelecek kaygısı ile kendi dinamiklerini yok ederek kendinden ve dünyadan vazgeçiyor. Dr. Ayan’ın, toplumun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen unsurlara ilişkin bir kaç maddede şunları söylüyor: “Kendi gerçeğini bilmeden hayalle yaşayanlar, gündelik hayatın ekonomik ve davranış boyutlu tüketimine ayak uyduramamakta, bu durum isteklere ulaşamamanın verdiği bir engellilik durumu yaratarak bireyleri bunalıma götürebilmektedir. Ayrıca işsizlik, fakirlik, bölgeler arası dengesizliklerden kaynaklanan kültürel, ekonomik ve ahlaki boşluklardan kaynaklanan sorunlarla baş edememenin getirdiği bunalımlar ile medyatik ortamların, gösterimlik madde ve davranış tüketimini, para, cinsellik, itibar, maddi—manevi güç kullanımını ön planda tutarak yayında bulunmaları, ruh sağlığımızı olumsuz etkilemektedir.”
Toplumumuzun her yıl düzenli bir şekilde artan ruh bozukluğu, buna karşılık ruhsal tedavilere olan soğukluğu, yakın dönemde çok ilginç toplumsal vakalarla karşılacağımızın da habercisi. Bu acı durum, medyamıza daha çok intiharlar veya elektrik direklerindeki değişik protestolarla yansıyor. Rakamların dili, bu tür vakaların giderek daha da artacağını ortaya koyuyor.
Sadece geçtiğimiz hafta biri “dul” genç bir kadın, diğeri “nişanlı” iki gencin aslında hiç de ciddi olmayan sebeplerle üzerlerine benzin dökerek kendilerini yakmaları bunun delili.
Türk halkının genel ruh yapısında bir bozulma veya zayıflamanın olduğunu, Türkiye çapında yapılan araştırmalar da doğruluyor. Sağlık Bakanlığı tarafından, Türkiye nüfusunu temsil edebilecek boyutta ve ilk kez yapılan ‘Türkiye Ruh Sağlığı Profili’ araştırması bu konuda hayli ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, Türkiye’de her bin kişiden 154’ünün, herhangi bir ruhsal bozukluğu bulunuyor. Yetişkinlerde son bir yılda ruhsal rahatsızlığı olan kişi oranı ise yüzde 17,2. Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Daire Başkanı Dr. Hümeyra Pınar, bu tabloya bakarak, ülkemizde de artık toplum sağlığımızı tehdit eden ve işgücü kaybına neden olan hastalıklar arasında, ruhsal bozuklukların ilk sıralarda yer almaya başladığına dikkat çekiyor.
Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırması geniş bir bilim adamı kadrosu tarafından yürütülmüş. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden Prof. Dr. Mahir Ulusoy, Doç. Dr. Neşe Erol ve Doç. Dr. Cengiz Kılıç danışmanlığında ve Müsteşar Yardımcısı Dr. Muzaffer Keçeci ile Sosyal Hizmet Uzmanı Zeynep Şimşek’in merkezdeki yürütücüleri olarak görev aldığı araştırma, ruhsal hastalıklarla ilgili tüm nüfusu temsil eden ve çok sayıda ruhsal sorunu tarayan ilk çalışma olması nedeniyle büyük önem taşıyor.
1993 yılında başlanılan araştırma, beş bölgede, 21 ilde, toplam 3 bin 889 hanede ve 16 bin 550 kişi üzerinde yapıldı.
Yüz kişiden 17’sinin ruh sağlığı bozuk
Son bir yılda bir ruhsal rahatsızlığı olan kişi oranının yüzde 17.2 olduğu belirtilen raporda, en yoğun karşılaşılan ruhsal bozukluklar depresyon, anksiyete ve samatoform bozuklukları olarak gruplandırılıyor. Keyifsizlik, isteksizlik, hayattan zevk alamama, güçsüzlük, halsizlik, moral bozukluğu, kendine güvende ve saygıda azalma gibi ruhsal belirtilerin yanında uyku bozukluğu, iştah kaybı, cinsel isteksizlik, vücut ağrıları gibi bedensel belirtileri yaşıyorsanız, “depresyon” olarak tanımlanan bir süreç yaşıyorsunuz demektir. Bu aşamada doktor yardımı almazsanız ve sizi “depresyon”a iten sebepler ortadan kaldırılmazsa, bu kez bir aşama öteye, “anksiyete” bozukluğu olarak tanımlanan hastalıklara yakalanma riskiniz artmış demektir. Belirtileri ise sıkıntı, bunaltı, huzursuzluk, endişe, kötü bir haber alacağı duygusu, korku nöbetleri, hastalık hastalığı ve takıntılar... Yine en yoğun karşılaşılan ruhsal bozukluklardan “somotoform bozuklukları” ise, fiziksel herhangi bir neden olmaksızın, bedensel belirtilerin olduğu hastalık grubu olarak tanımlanıyor ve uyuşukluk, felç, psikolojik kaynaklı ağrılar gibi belirtilerle tanınıyor.
Ruhsal hastalıkların ciddi işgücü kaybına neden olduğu da bir gerçek. Son bir yılda ruhsal/sinirsel nedenlerle yardım ve tedaviye başvuran kişi oranı yüzde 4.7. Bu kişilerin yüzde 39’u psikiyatri uzmanına, yüzde 33’ü nörolog ve dahiliye uzmanına, yüzde 21’i pratisyen hekime, yüzde 3.6’sı ise alternatif tedavi yöntemlerine başvurmuş.
En sık Batı Anadolu’da
Alkol bağımlılığı dışında tüm ruhsal hastalıkların kadınlarda daha sık görüldüğü belirtilen raporda, bölgelere göre yapılan değerlendirmelerde Batı Anadolu Bölgesi öne çıkıyor. Batı Anadolu’da ruhsal hastalıklar binde 75 oranında görülürken, bu oran İç Anadolu bölgesinde binde 27. Kuzey Anadolu’da ise, binde 14 oranında tespit edilmiş. Ruhsal hastalıklar şehirlerde kasaba ve köylerden daha fazla görülüyor. Araştırmada eğitim düzeyi yükseldikçe, ruhsal hastalık oranında azalma görüldüğüne de dikkat çekiliyor.
Annelerinden, kendilerinden ve öğretmenlerinden elde edilen bilgilere göre 2—18 yaş arası çocuk ve gençlerin yaklaşık yüzde 12’sinde müdahale gerektirecek düzeyde sorunlu davranışlar belirlenmiş. Her üç bilgi kaynağından elde edilen bilgiler doğrultusunda, toplumumuzda anksiyete/depresyon, sosyal içe dönüklük ve somatik yakınmalar gibi ‘içe yönelim’ sorunlarının, saldırgan davranışlar ve suça yönelik davranışlar gibi ‘dışa yönelim’ sorunlarından fazla olduğu görülmüş. Buna rağmen 2—3 yaş grubunda çocuğu olan ailelerden ruh sağlığı hizmetine başvuru hiç olmamış. 2—3 yaş grubu çocuklarda sorunlu davranışların görülme sıklığı yüzde 10.9, erişkin nüfusun yüzde 5’i antidepresan ilaçları kullanmakta. 4—18 yaş grubunda başvuru oranı binde 2. 11—18 yaş grubundaki gençlerin yüzde 5’inin yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtmelerine rağmen, başvuru oranı binde 3 olmuş.
Delilik, akıl hastalığı gibi kavramlarla damgalanma korkusunun da bireylerin ruhsal yakınmalar nedeniyle doktora başvurmalarını engellediği belirtilen raporda, ruhsal hastalıkların hiçbir şekilde iyileştirilemeyeceği şeklindeki yanlış inanışların da, toplumda geniş bir kabul gördüğü vurgulanıyor. Bu nedenle toplumda tedavi edilmemiş ruhsal hastalıkları olan çok sayıda hastanın dolaştığı da gözden kaçırılmamalı. Raporda belirtilen ‘son bir yılda ruhsal rahatsızlığı olanlardan ancak yedide biri yardım için başvurmaktadır’ tespiti de bu durumun bir kanıtı.
Hastane sayısı yetersiz
Türkiye’nin ruh sağlığına yönelik hasta, hastane ve yatak sayılarına bakacak olursak, bu alanda yeterli sağlık hizmeti verilmediği sonucu ortaya çıkıyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı son istatistiklere (1997) göre Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’na bağlı 5 tane ruh sağlığı hastanesi var ve bu hastanelerdeki toplam yatak sayısı 5 bin 620. Sağlık Bakanlığı dışındaki yataklı tedavi kurumlarının sayısı 3, yatak kapasitesi ise 576. Oysa 7. Beş Yıllık Kalkınma Planına göre olması gereken yatak sayısı 18.780. Üniversite hastaneleri ve MSB’na bağlı hastane poliklinikleri dışında Sağlık Bakanlığı’na bağlı ruh ve sinir hastalıkları hastanelerine 1997 yılı içinde 252 bin 326 kişi başvurdu. Hastanelere başvuran toplam hasta sayısı ile araştırma sonuçlarından birisi olan, ‘ruh sağlığı bozuk olanlardan ancak yedide birinin yardım için doktora başvurduğu’ sonucunu dikkate alarak çarparsak sokaklarda tedaviye muhtaç, ruh sağlığı yerinde olmayan hasta sayısını da tahmin edebilirsiniz.
Türkiye’de ruh sağlığı alanında doktordan yardım isteyenlerin yaklaşık üçte birinin başvurduğu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin 1998 Yılı İstatistikleri de toplumun ruh sağlığının nasıl tehlikeli bir boyutta bozulduğunu gösteriyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Poliklinikleri’ne, 1990 yılında 41.104, 1994’te 65.792, 1995’te 68.068, 1996’da 82.197, 1997’de 98.958, 1998 yılında ise 113.049 kişi başvurmuş. Hastanenin bir diğer önemli hizmet alanı da uyuşturucu bağımlılarına yönelik. AMATEM Polikliniklerine 1990 yılında 3.925 kişi başvururken, 1998 yılında bu sayı yüzde 295 oranında artarak 11.593’e ulaştı.
Yine yeni kurulan hizmetler arasında bulunan Uyuşturucu Bilgi Hattı (660 00 26) telefonlarından yardım isteyenlerin sayısı 1996’da sadece 215 kişi iken, bu sayı 1998’de 2.804 olarak belirtiliyor.
Binbir nedeni var
Peki, ne oldu da bu noktaya gelindi? Türkiye’nin Ruh Sağlığı Profili araştırmasında bu durumun sebebi olarak şu unsurlara dikkat çekiliyor: “Hızlı ve plansız kentleşme, yoğun göç, işsizlik, kültürel bulanıklık, yoksulluk, sosyal etkileşimin azaldığı, insanların birbirine güvenmediği, sosyal ağın parçalandığı toplumlarda, sevgi, tanınma, kendini gerçekleştirme ve etik değerlere sahip olma gibi temel insani ihtiyaçlar karşılanamamakta ve ruhsal hastalıklar için risk artmaktadır. Bu riskleri ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için yalnızca sağlık alanında değil, kamuyla ilgili her alanda devlet politikalarının geliştirilmesi gerekmektedir.”
Uzmanlar özellikle son on yılda yaşanan hızlı değişim sürecinin Türk toplumunu, ruh sağlığı açısından en fazla zorlayan süreç olduğunu da ifade ediyorlar. Değişimi hızlandıran unsur aslında iletişimin hızlanması. Bu süreçte yazılı ve görüntülü medyanın rolü inkar edilemez. İletişim imkanlarının genişlemesinin toplumu ortak noktalarda buluşturmasının yanında olumsuz etkileri de oldu. Örneğin televizyonların yaygınlaşması ile suç sayısında ve türlerinde de artmalar yaşandı. Uyuşturucu kullanımının artmasında merak duygusunun önemli bir faktör olduğu ve bu merakın, televizyon görüntüleri ile daha da yaygınlaştığı önemli bir iddia.
Medyanın toplum üzerindeki etkisi ya da toplumun ruh sağlığının önemli ölçüde tehlike sinyalleri vermesi, sadece Türkiye’ye has bir durum değil. Aslında her toplum, bu süreçleri farklı boyutlarda da olsa yaşıyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Oğuz Berksun’a göre bu noktada önemli olan, insanın ve toplumun başına gelen değil, nasıl etkilendiği: “Gelişmiş Batı ülkeleri ile karşılaştırdığımızda böyle bir durumda onlar ne yapacağını sistemli olarak öğrenmişler, biliyorlar. Yoksa bizden çok daha farklı hastalıklara sahip değiller. En gelişmiş İskandinav ülkelerinde bizdekinin 15—20 katı intihar vakası yaşanıyor. Yani sorun sadece ekonomik refahta değil. O ülkelerde yaşanan refahla birlikte yaşanan durağanlık da toplumda sıkıntı oluşturabiliyor.”
Evlilik ve ergenlik sorunları yaygın
Türkiye’nin en iyi psikiyatri hastanelerinden birisi olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kriz Merkezi’nde görevli Uz. Dr. Halise Özgüven, kriz merkezinden yardım isteyenlerin büyük çoğunluğunun evlilikle ilgili sorunlar yaşayan insanlar olduğunu, ikinci sırada ise ergenlik sorunları yaşayan gençler bulunduğunu belirtiyor. Başvuruların yüzde 20’sini ise, intihar girişimleri oluşturuyor. Merkezin faaliyetlerini anlatan Dr. Özgüven, durum sadece bir kriz durumuysa, kişinin sınırlı sayıda görüşmeye çağırıldığını anlatıyor: “Bu görüşmeler 6—12 arasında değişen kısa süreli acil psikoterapilerden oluşuyor. Ayrıca kişinin sosyal desteklerini harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bu ailesi, arkadaşları olabilir. Aslında yaptığımız şey koruyucu ruh sağlığı hizmeti. Kişinin ruhsal bir hastalığa yakalanmadan önce yaşadığı krizi çözmeye çalışıyoruz.”
Türk toplumunun ruh sağlığını değerlendiren sosyolog Dr. Dursun Ayan ise, kişilik oluşturma sürecine dikkat çekiyor. Ayan’a göre bireyler, küçük veya büyük boyutlu başarılar ile güçlü bir kişilik geliştiremiyor ve karamsar bir gelecek kaygısı ile kendi dinamiklerini yok ederek kendinden ve dünyadan vazgeçiyor. Dr. Ayan’ın, toplumun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen unsurlara ilişkin bir kaç maddede şunları söylüyor: “Kendi gerçeğini bilmeden hayalle yaşayanlar, gündelik hayatın ekonomik ve davranış boyutlu tüketimine ayak uyduramamakta, bu durum isteklere ulaşamamanın verdiği bir engellilik durumu yaratarak bireyleri bunalıma götürebilmektedir. Ayrıca işsizlik, fakirlik, bölgeler arası dengesizliklerden kaynaklanan kültürel, ekonomik ve ahlaki boşluklardan kaynaklanan sorunlarla baş edememenin getirdiği bunalımlar ile medyatik ortamların, gösterimlik madde ve davranış tüketimini, para, cinsellik, itibar, maddi—manevi güç kullanımını ön planda tutarak yayında bulunmaları, ruh sağlığımızı olumsuz etkilemektedir.”
Toplumumuzun her yıl düzenli bir şekilde artan ruh bozukluğu, buna karşılık ruhsal tedavilere olan soğukluğu, yakın dönemde çok ilginç toplumsal vakalarla karşılacağımızın da habercisi. Bu acı durum, medyamıza daha çok intiharlar veya elektrik direklerindeki değişik protestolarla yansıyor. Rakamların dili, bu tür vakaların giderek daha da artacağını ortaya koyuyor.