takipçi satın al

instagram takipçi hilesi

takipçi

izmir escort escort izmir izmir escort bayanlar urlexpander.edu.pl dnswhois.edu.pl createaform.com obio.link muzikindirdinle.com izlexl.com downloadbu.com xcryptotrack.com scriptsnulled.net istanbul escort istanbul escort

<![CDATA[Eylül Forum | Hayat Paylaşınca Güzel - Efsaneler]]> https://eylulforum.com/ 2025-05-21T18:47:41Z MyBB 2015-01-05T22:35:54Z 2015-01-05T22:45:40Z https://eylulforum.com/konu-suleyman-sah-efsanesi <![CDATA[Süleyman Şah Efsanesi]]> Süleyman Şah Kimdir
Tam Adı: Süleyman Şah Kaya Alpoğlu
Hüküm Süresi: ? - 1227
Doğum Tarihi: 1178
Ölüm Tarihi: 1227
Ölüm Yeri: Fırat Nehri
Babası: Kaya Alp
Eş: Hayme Ana
Çocukları: Ertuğrul Gazi
Sonra Gelen : Ertuğrul Gazi

Süleyman Şah veya Süleyman Şah Kaya Alpoğlu (1178? - 1227, Fırat), Kaya Alp'in oğlu, Ertuğrul Gazi'nin babası, Osman Gazi'nin dedesidir. Oğuzların Kayı boyundandır. Doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgiler yoktur.

12. yüzyılın sonlarında doğduğu ve Kayı boyunun reisi olduğu bilinir. Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın Orta Asya’daki istilâsı üzerine, 13. yüzyılda Türkistan’dan batıya doğru göç etmeye karar vermiştir. Türkistan'dan 50.000 kişiyle Kuzey Kafkasya üzerinden Doğu Anadolu'ya gelerek, 1214'te Erzincan ve Ahlat taraflarına yerleşti. Aynı boya mensup bazı aşiretler de Diyarbakır, Mardin ve Urfa'ya yerleştiler.

Ölümü ve Mezar Yeri
Süleyman Şah Kayı boyu'ndan birkaç bey ile Caber'e giderken Fırat Nehri'nde boğuldu. Ölümünden sonra Caber Kalesi'nin Fırat nehri hizasındaki kuzeyde (Türkiye'ye kuş uçuşu 30 km kadar güneyde) bir kümbete defnedildi.

Mezarın bulunduğu bölge, I. Dünya Savaşı sonrasında Suriye Osmanlı Devletinden ayrılınca, Fransız Suriye Mandası sınırları içerisinde kalmıştır. Ancak Ankara Anlaşması ve Lozan Antlaşması'na göre Türkiye'nin toprağı sayılmıştır. Günümüzde Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın mezarının yanında bulunan türbesinde Türk askeri nöbet tutmaktadır.

Çocukları
Süleyman Şah'ın Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar Bey ve Ertuğrul Bey adında dört oğlu vardı. Sungur Tekin ve Gündoğdu, kabileleriyle birlikte eski yurtlarına döndü. Dündar Bey ve Ertuğrul Gazi, 400 çadırlık aile efradıyla beraber yeni bir yurt aramak için Pasin ovası ile Sürmeliçukur yöresine gittiler.

kaynak: wikipedia.org

resim]]>
false
2015-01-04T16:42:07Z 2015-01-04T16:43:36Z https://eylulforum.com/konu-seyh-edebali-efsanesi <![CDATA[Şeyh Edebali Efsanesi]]> OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN MANEVİ KURUCUSU ŞEYH EDEBALİ
   Şeyh Edebali 1208 yılında Kırşehir İli Mucur İlçesi İnaç köyünde  doğdu. Selçukluların Şeyh´ül İslam´ı Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlâna Celâleddini Rumi´nin çağdaşıdır. Künyesi İmadüddin Mustafa b.İbrahim b.İnac el-Kırşehri´dir. Edebalı ilk tahsilini Karaman´da yaptı. Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidi´nin öğrencisi oldu. Daha sonra Dımaşk´a(Şam)giderek Sadreddin Süleyman b.Ebül-iz ve Cemalettin el-Hasiri gibi dönemin tanınmış alimlerinden dini ilim tahsil etti. Şam´dan ülkesine dönünce tasavvufa yöneldi. Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü´nde bir zaviye kurarak halkı irşada başladı. Aşıkpaşazade zaviyesinin hiç boş kalmadığını, Edebalı´nın gelip geçen fukaranın her türlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını, hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler.

     Söğüt ve Domaniç yaylaları, Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Edebalı´nın zaviyesinde misafir olarak kalırdı. Orta Asya´dan getirdikleri bir takım özelliklerden dolayı alim ve sûfilere karşı son derece hürmeti olan Osman Gazi, mübarek günlerde Edebalı´nın zaviyesine giderek dini ve idari konularda, onun görüşlerini alırdı.

      Misafir olarak kaldığı bir gecede gördüğü rüya şöyle idi. Şey Edebalı´nın koynundan çıkan bir ay geldi kendi koynuna girdi. Göğsünden bir ağaç bitti. Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları gökleri, kökleri tüm dünyaya sardı. Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar. Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge etti.

      Osman Bey rüyasını Şeyh Edebalı´ya anlatır. Edebalı rüyayı şöyle yorumlar: "Oğul Osman, Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun, kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun." der. Edebalı´nın bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhun Hatun(Rabia Bala Hatun)ile evlenir.

     Şeyh Edebalı ahi teşkilatının reisi idi. Ahi Şehliğinin Edebalı´dan sonra kime geçtiği bilinmemektedir; ancak daha sonra I.Murat´a intikal etmiştir. Bilecik´in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra zaviyesini buraya taşıyan Edebalı, aynı şekilde dini hizmetlerine devam etmiştir. Osman Gazi´nin vefatından sonra kızı ve torunu Alâaddin Bey ile Bilecik´te Edebalı´ya Kozağaç(Şimdiki Karaağaç) köyünün öşür ve hasılatı verilmiş, kızı Rabia Hatun da kendilerine verilen bu köyü tekkeye vakfetmiştir. Şeyh Edebalı uzun bir hayat sürdükten sonra 726(1326)yılında Bilecik´te vefat etti. Zaviyesinin mescid olarak kullanılan odasına defnedildi.

Ahi reisi Şeyh Edebalı kendisini dinleyenlere;
      "Toprağa bağlanın. Suyu israf etmeyin. Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz. Veriniz, cömert olunuz elleriniz yumuk kalmasın. İlim sahiplerini koruyunuz. Ağaç dikiniz. Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade ediniz. Kuran-ı Kerimi güçlü olmak için okuyunuz. Bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız. Hadis ezberleyiniz. Bildiklerini öğretenler unutmazlar. Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir...."der ve tavsiyelerde bulunurdu.

ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ
Ey oğuI, artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysaIIık sana. GücenikIik bize gönüI aImak sana. SuçIamak bize, katIanmak sana. AcizIik bize hoşgörmek sana, anIaşmazIıkIar bize, adaIet sana, haksızIık bize, bağışIamak sana. Ey oğuI, sabretmesini biI, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı yaşat ki devIet yaşasın. Ey oğuI, işin ağır, işin çetin, gücün kıIa bağIı. AIIah yardımcın oIsun.

ŞEYH EDEBALİ’ NİN OSMAN BEY’E NASİHATİ
OğuI, İnsanIar vardır, şafak vaktinde doğar Akşam ezanında öIürIer. Avun oğIum avun, GüçIüsün, kuvvetIisin, akıIIısın, keIamIısın, Ama, bunIarı nerede, nasıI kuIIanacağını biImezsen Öfken ve nefsin bir oIup akIını yener, Sabah rüzgarIarında savruIur gidersin. Daima sabırIı, sebatIı ve iradına sahip oIasın, Dünya senin gözIerinin gördüğü gibi büyük değiIdir. Bütün fethediIemeyen gizemIer, BiIinmeyenIer, görüImeyenIer, Ancak senin erdemIerinde Gün ışığına çıkacakIar. Ananı-atanı say. Bereket büyükIerIe beraberdir, Bu dünya inancını kaybedersen. YeşiIken çorak oIur çöIIere dönersin. Açık sözIü oI. Her sözü üstüne aIma, gördün söyIeme, biIdin, biIme. SeviIdiğin yere sık gidip geIme. Kalkar itibarın, muhabbetin oImaz. Üç kişiye acı: CahiIIer arasındaki aIime, Zenginken fakir düşene. Hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki! Yüksekte yer tutanIar AşağıdakiIer kadar emniyette değiIdir. Haklı oIduğunda mücadeIeden korkma BiIesin ki atın iyisine doru. Yiğidin iyisine deli derler…

Kaynak: meb.gov.tr

resim]]>
false
2014-06-12T00:29:55Z 2014-06-12T00:29:55Z https://eylulforum.com/konu-kosem-sultan-efsanesi <![CDATA[Kösem Sultan Efsanesi]]>
resim

Osmanlı tarihinin etkili kadınlarından olan Kösem Sultan, 1590 yılında Yunanistan'da Anastasya adıyla doğdu. Bosna Beylerbeyi tarafından İstanbul'a kızlarağasına gönderildi. 15 yaşındayken Sultan I. Ahmet'e haseki oldu. Keskin zekasıyla padişahı etkisi altına aldı ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirdi.

Kösem Sultan dört erkek doğurdu: Murad, Süleyman, İbrahim ve Kasım. Kızları ise Ayşe ve Fatma'dır.

Kocası ölünce önce tahta geçen kocasının kardeşi Sultan I. Mustafa ve daha sonra da kocasının başka bir kadından olma oğlu Sultan II. Osman zamanında devlet işlerinde etkinliği arttı. Fakat II. Osman yaşı çok genç olmakla birlikte Kösem Sultan'ın devlet işlerine çok karışmasından rahatsız oldu ve muhtemelen annesi Valide Sultan Mahfiruz Hadice Sultan'ın da etkisiyle onu eski saraya gönderdi. Genç Osman'ın tahttan indirilmesi ve tekrar yerine geçen I. Mustafa'nın da tekrar tahttan indirilmesi üzerine tahta nihayet Kösem Sultan'ın kendi oğlu IV. Murat çıktı. IV. Murat tahta çıktığında sadece 11 yaşındaydı ve Kösem Sultan artık oğlu adına devleti büyük ölçüde yönetmeye başlamıştı.

Osmanlı Devleti Padişahları olan Mâh-Peyker Kösem Sultan'ın oğulları.
IV. Murad (1612–1640)
I. İbrahim (1615–1648)

resim

Zamanla Sultan IV. Murat olgunlaşarak annesinin faaliyetlerini bir ölçüde engellemeye başlamışsa da genç yaşta ölümü üzerine tahta Kösem Sultan'ın diğer oğlu İbrahim çıktı ve Kösem Sultan'ın nüfuzu tekrar arttı. İbrahim tahta çıktığında Osmanlı Hanedanı büyük bir krizle karşılaştı. İbrahim hanedanın tek erkek varisi durumundaydı ve acil bir şekilde hanedanın devamını sağlama zorunluğu vardı. Oysa I. İbrahim bir ölçüde dengesiz görünüyor ve kadınlarla olan ilişkilere ilgi duymuyordu. Osmanlı hanedanının devamını sağlama görevi büyük ölçüde Kösem Sultan'a düştü. Oğlunu tedavi amacıyla ülkenin her yanından üfürükçüler getirtti. Bu üfürükçülerin en ünlüsü Cinci Hoca lakabıyla tanınan Safranbolulu Karabaşzade Hüseyin Efendi'ydi. Nihayet İbrahim'in tahta çıkmasından 2 yıl sonra şehzade Mehmet doğdu, Kösem Sultan buna karşılık olarak Hüseyin Efendi'ye Safranbolu da daha sonra cinci hanı olarak anılacak hanın yapım masraflarını karşılayacak para verdirmiştir. En nihayetinde hanedanın devamı sağlanmış oldu. Hatta Cinci hoca o kadar güçlendi ki Cinci Hoca'nın öldürülmesinden sonra hazineye aktarılan paralar askere cülus olarak dağıtıldı ve bu paralar halk arasında 'cinci hoca akçesi' diye anılır oldu.

I. İbrahim, İstanbul'da patlak veren bir isyan sonucunda öldürüldükten sonra yerine Kösem Sultan'ın torunu 6 yaşındaki Sultan IV. Mehmet geçti. Önceleri Kösem Sultan'ın nüfuzu devam etti ama bir süre sonra Kösem Sultan'a rakip olan bir başka kadın ortaya çıktı. IV. Mehmet'in annesi Turhan Sultan'la Kösem Sultan arasında kıyasıya bir rekabet başladı. Bu rekabet 3 yıl sürdü ve Kösem Sultan'ın bir gece dairesinde basılarak boğdurulmasıyla noktalandı. Bu olaydan sonra Köprülü ailesinden sadrazamlar iş başına geldi ve Valide Sultanların (padişahların anneleri) devlet siyasetindeki etkileri sona erdi. Kösem Sultan'ın cenazesi Sultan Ahmet Camii'ndeki I. Ahmet türbesine gömüldü.

kaynak: wikipedia.org]]>
false
2014-02-16T02:48:41Z 2014-02-17T00:10:37Z https://eylulforum.com/konu-sehzade-mustafa-efsanesi <![CDATA[Şehzade Mustafa Efsanesi]]>
resim

Yaşamı
1515 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeliği sırasında Manisa’da dünyaya geldi. Dedesi Yavuz Sultan Selim’in 1520’de hayatını kaybetmesi üzerine Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul’a giden babasının yanında İstanbul’a gitti.
Hürrem Sultan’ın babasının sarayına girmesinden sonra annesi Mahidevran Sultan ile Kanuni’ye dört şehzade daha doğuran Hürrem Sultan arasında, Kanuni’den sonra kendi oğullarının tahta çıkmasını sağlamak için büyük bir mücadele yaşandı. Şehzade Mustafa, 1533 -1541 arasında Saruhan Sancakbeyi (Aydın sancağı ilavesiyle) olarak görev yaptı. Saruhan (Manisa), padişah adayının görev yaptığı yer kabul edilirdi, dolayısıyla Şehzade Mustafa dönemin veliaht şehzadesiydi. 16 Mayıs 1541’de Amasya Sancakbeyliğine atandı; Saruhan Sancakbeyliğine ise kardeşi Şehzade Mehmed getirildi. Halk ve askerler bu duruma tepki gösterdi, bunun üzerine I.Süleyman doğu topraklarının güvenliği için şehzadenin Amasya'ya gönderildiğini ve veliahtlığının sürdüğünü açıkladı. Ardından, Mehmet’in beklenmedik şekilde 1543’te ölümünden sonra Saruhan Sancakbeyliğine Şehzade Selim getirilirken; Şehzade Mustafa ise 1549 yılında Konya Sancakbeyliğine atandı.

Kişiliği
Mustafa, şair ve hattattır. Manisa Bozdağ'da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Görüntüsü ve tavırlarıyla dedesi Yavuz Sultan Selim'e çok benziyordu. Şehzade Mustafa'nın bilhassa Amasya'dayken ilim meclislerinde bolca bulunduğu, devrin önemli müderrislerinden dersler aldığı ifade edilir. Şehzadenin hocalarından olan Mustafa Sürûrî Efendi, Bahrü'l- Maarif ve Zahiretü'l Müluk yazıp şehzadeye sunmuştur. Şehzadenin katli üzerine de Kanuni ile alakasını kesip bir daha görüşmemiş ve kendisine verilmek istenen bütün resmi vazifeleri de reddetmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı bir mektupta şu ifadeler geçmektedir.

"Cihan padişahı babası gibi adil,
Atası Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz,
Büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki.
Devlet-i Aliye'nin gördüğü en parlak şehzade."

Ailesi
Doğum: 1515 Manisa, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm: 6 Ekim 1553 Konya, Osmanlı İmparatorluğu
Türbesi: Bursa Muradiye Külliyesi, Bursa
Ebeveynler: I. Süleyman ve Mahidevran Sultan
Eşi: Rumeysa Sultan 1525, Kırım doğumludur. Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra 1555 de, Pertev Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir.
Çocukları:
Nergisşah Sultan: 1536 yılında Manisa'da doğdu. Cenabi Ahmet Paşa ile evlenmiştir.
Şehzade Mehmed: 1546'da Amasya'da doğdu. Ölümü; 1553, Bursa.
Şehzade Orhan: Ölümü; 1552, Konya.
Şah Sultan: 1547 yılında Konya'da doğdu. 2 Ekim 1577'de öldü. Zevci Damat Abdülkerim Ağa

Ölümü ve Sonrası
Taht yarışında Şehzade Mustafa’yı bertaraf edebilmek için Sadrazam Damat Rüstem Paşa tarafından sahte mektuplar ürettiği düşünülür. Bu mektuplar, Şehzade Mustafa’nın babası hayatta iken onun tahtına göz diktiğini ve isyan hareketlerine destekte bulunduğunu gösterir niteliktedir. Başlangıçta iddialara inanmayan Kanuni, güvendiği din alimlerinden tavsiye istedi. Güvenilen bir kölenin efendisinin parasını irtikap ettiğine ve ona karşı bir tuzak kurduğuna ilişkin hayali bir hikayeyle buna karşı ne yapılması gerektiğini sordu. Aslında bu, Mustafa’nın isyan hareketlerine başvurduğuna ve babasının tahtına göz diktiğine dair endişelerinin çok uzağındadır. O dönemin alimlerinden olan Mehmet Ebussuud Efendi Süleyman’a şu cevabı vermiştir; “bu durumda köleye ölünceye kadar işkence yapılması uygundur.” Bu ifade, şeraite göre kendisine bir cinayet izninin verilmesi demektir, ancak bir fetva niteliği taşımamaktadır. Çünkü Şehzade Mustafa'nın yaşadıkları Süleyman'ın danıştığı hikayeden çok farklıdır.
1553 yılında Veziriazam Damat Rüstem Paşa İran seferi için hareketinden sonra Aksaray taraflarına gelince, orduyu durdurdu ve yeniçerilerin Şehzade Mustafa'ya yatkınlığı olduğunu ve askerin, ihtiyarlığı sebebiyle sefere çıkamayan padişahın Dimetoka da oturmasını, Mustafa'yı hükümdar olmasını istedikleri dedikodusunun yayılmakta olduğunu bildirmek için, sipahiler ağası olan, Kızıl Ahmedliler den Şemsi Ağa'yı (Şemsi Paşa) İstanbul'a yolladı ve padişahın bizzat askerin başında sefere çıkmasını arz ederek, Aksaray'dan ileri gitmeyip bekledi.
Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa'yı geri çağırdı ve 1553 ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı. Kütahya sancakbeyi Şehzade Bayezid'i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne'ye gönderdi. Bolvadin'e gelince Saruhan sancakbeyi Şehzade Selim orduya gelerek el öptü. Bundan sonra padişah Aktepe konağına geldiği vakitlerde, sefere çağrılan Şehzade Mustafa orduya iltihak ederek çadırı kuruldu. Ertesi gün şehzade babasının elini öpmek için otağ-ı hümayuna yürüdü. Çadıra girdiği zaman babasını göremedi, yedi dilsiz onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak istendilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, saray hademelerinden Zal Mahmud ağa arkadan yetişip şehzadeyi boğmuştur. Cesedi çadırın önüne bir İran halısı üzerinde bırakılmak suretiyle ölümü ilan edildi. Bu, aynı zamanda İran ile iş birliği yaptığı iddia edilen Şehzade Mustafa'nın durumunda bir mesaj niteliği taşıyordu. Cenazesi daha sonra Bursa’ya gönderilerek II. Murat türbesi yakınına defnedilmiştir.

Ordu ve halk tarafından cok sevilirdi, hatta bu aşırı sevgi sonunu da hazırladi. Kendi oglunun padisah olmasini isteyen Hürrem Sultan (Aleksandra Lisovska) ile yonetimde daha etkili olmak isteyen rüstem pasa'nin birlikte hazirladigi bir komplo sonucunda kanuni tarafindan idam ettirildi. rustem pasa onun muhrunu calarak onun kaleminden cesitli mektuplar hazirlamis ve bunlari daha sonra kanuni ye teslim etmistir. ölümü ardindan Yeniçeriler, olaydan sorumlu gördükleri Rüstem Paşa yi yerinden etmis lakin onun yerine gelen ve cok iyi bir sadrazam olan damad kara Ahmet paşa da Rüstem pasa nin entrikalarindan nasibini alacak ve idam edilerek yerini tekrar ona bırakacaktir. Sultan Mustafanin arakasından pek cok agıt ver mesriye yazilmis devletin kotu gidisi bu olaya baglanmıstır.

Şehzade Mustafa'nın katlinden sonra Konya'da olan annesi Mahidevran Sultan ve ailesi (eşleri, kızları ve oğlu Şehzade Mehmed) Bursa'ya gönderildi. Lakin Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra askerler arasında çıkan "Şehzade Mustafa öldüyse oğlu var, tahta o geçer!" dedikodularını işiten Kanuni torununun da boğdurulmasını emretti ve 7 yaşındaki Şehzade Mehmed babasının ölümünden bir süre sonra boğularak katledilip Şehzade Mustafa'nın yanına defnedildi. Şehzade Mustafa’nın türbesi, 1555 yılında kardeşi Şehzade Selim tarafından yaptırılmıştır.

**Taşlıcalı'nın (Yahya Bey) Şehzade Mustafa için yazdığı şiir.
"Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celalileri aldı Mustafa Han'ı
Dolundu mihr-i cemali bozuldu erkanı
Vebale koydular al ile Al-i Osman'ı"

Yalancının o kuru bühtanı, buğz-ı pinhanı
Akıtdı yaşımızı yakdı nar-ı hicranı

N'olaydı görmeye idi bu macerayı
Yazıklar ane ki reva gördü bu re'yi gözüm
Nesim-i subh gibi yerde koyma ahımızı
Hakaret eylediler nesl-i padişahimizi

Bunun gibi işi kim gördü kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir server-i Ömer-meşreb
ilahi cennet-i firdevs ana durağ olsun
Nizam-ı alem olan padişah sağ olsun

Şehzade Mustafa Boğulma Videosu




Kaynak: wikipedia]]>
false
2014-01-26T02:27:36Z 2014-01-26T02:27:36Z https://eylulforum.com/konu-kazim-karabekir-efsanesi <![CDATA[Kazım Karabekir Efsanesi]]>
resim

İlk yılları ve eğitimi
Jandarma Alaybeyi Mehmed Emin Bey'in oğlu olarak 23 Temmuz 1882'de, İstanbul'da doğdu.[2] 1902'de Harbiye Mektebi'nden, 1905'te Mekteb-i Erkân-ı Harbiye'den mezun oldu.[2]

Askerî kariyeri
1907'de Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Manastır şubesini kurdu. 1909'da 31 Mart Olayı'nı bastırmak için kurulan Hareket Ordusu'na katıldı. 1912'de I. Balkan Savaşı'nda yer aldı.

I. Dünya Savaşı
Avrupa'nın genel bir savaşa sürüklendiği bu dönemde Kâzım Karabekir görevli olarak Paris'te bulunmaktaydı. Fakat bu durumu fark eden Kâzım Karabekir, 14 Temmuz 1914'te İstanbul'a geri dönerek; 3 Ağustos 1914'te Genel Kurmay II. (İstihbarat) Şube Müdürü olarak görevlendirildi. Karabekir'in savaş konusundaki düşünceleri;

"İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kuvvetlendirmek,
Boğazlardaki kuvvetleri desteklemek,
Savaşa girmekten mümkün olduğunca kaçınmaktı."

Kâzım Karabekir, Genel Kurmay'daki görevini devam ettirirken, Konya'ya bir soruşturma sebebiyle gönderilmişti. 29 Kasım 1914'te "Üç Yıl Hazerî Kıdem Zammı" alarak; 9 Aralık 1914'te Yarbay rütbesine yükseltildi. Yarbay Kâzım Karabekir, 6 Ocak 1915'te Mürettep I. Kuvve-i Seferiye K.'ı olarak İran Harekatına gönderildi. Karabekir, Halep'e geldiğinde, III. Ordu'nun Sarıkamış'da büyük bir felakete uğramış olduğunu, komutasına verilen kuvvetlerin Doğu Cephesi'ne kendisinin de Süleyman Askeri Bey'in yerine Irak Havalisi Kuvvetleri K.'lığına ve Basra Valiliğine atandığını öğrendi. Böylece Süleyman Askeri Bey'in yerine geçmek üzere İstanbul'a gelmiştir

Kurtuluş Savaşı
XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Trabzon da, 19 Nisan 1919.
İstiklal Savaşı'nı başlatan komutanların arasında ilk Anadolu'ya geçen oldu. 19 Nisan 1919'da Trabzon'a geldi. 1878'de 93 Harbi sırasında Rus Çarlığına kaybettiğimiz Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum'u Eylül 1920'de kurtarıp, Türkiye'nin doğu sınırlarında Misak-ı Milli'yi gerçekleştirdikten sonra kendisine TBMM tarafından 31 Ekim 1920'de Ferik (Korgeneral) rütbesi verildi.
Yine bu dönemde, Kurtuluş Savaşı'nı başlatmış olan ve İstanbul'dan gelen telgrafla 9. Ordu müfettişliğinden azledildiğini öğrenen ve artık sivil olmasının Kurtuluş Savaşı'nı tehlikeye düşürmesinden endişe eden Mustafa Kemal Atatürk'e, İstanbul'dan bizzat kendisine gönderilen ve "Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklaması"nı emreden telgrafa rağmen Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam! diyerek, destek ve moral vermiştir. Ardından Erzurum Kongresi'nin düzenlenebilmesi için büyük gayret gösterdi ve askeri güvenliği sağladı.
Kurtuluş savaşında önemli başarılar kazanan Kâzım Karabekir Paşa Atatürk tarafından takdir edilmiş ve büyük önem kazanmıştır. Mustafa Kemal Paşa "Kâzım Karabekir Paşa ve adamları Kurtuluş Savaşı'nda canları pahasına savaşarak galip geldiler. Bu galibiyet sadece onların değil bütün Türk milletinin galibiyetidir." demiştir.

Ailesi
Kâzım Karabekir, evlilik hayatına 1924 yılında 42 yaşındayken Aydınlı Cemal Bey'in kızı İclal Hatun (1900-1954) ile adım attı. Bu evlilikten 1927 yılında Hayat (1927-?) ve Emel (1927-1984) adında ikiz ve Timsal (26 Ocak 1941-?) adlarında üç kız çocuk sahibi oldu.

Kaynak: wikipedia]]>
false
2013-11-03T01:38:56Z 2013-11-03T01:38:56Z https://eylulforum.com/konu-ferhat-ile-sirin <![CDATA[Ferhat ile Şirin]]>
Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.

Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına.

Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.Doğuda Ferhat dağı, batıda Kırklar dağı; ikisinin arasından Yeşilırmak, yeşil yeşil süzülür, gider. Yamaçlarda Amasya’nın birbirinden güzel evleri.

Buradaki dağa adını veren Ferhat, hepinizin bildiği “Ferhat – Şirin” hikayesinin kahramanıdır. Ferhat’ın da bir yüreği vardır. Bu yürek alev alev Şirin için yanmaktadır. Amasya beyinin güzel kızı Şirin, onun yüreğini ateşlemiş, bu ateş bir yangın olmuş. Gel gör ki beyin bir şartı var, kimseler yerine getiremez. Bey demiş bir kere:
- Dağın ötesindeki suyu şehre akıtacak yiğite vereceğim kızım Şirin‘i…
Tek başına koca bir dağ yarılır mı? Yarılır. Ferhat gibi aşık olan yarar bu dağı. Bu aşk dağı da yarar, göğü de yere indirir. Almış balyozu eline Ferhat, çıkmış Şahinkaya’ya. Vurdukça ferahlamış, taşlar bileklerinde erimiş. Kocaman kayalar küçülmüş, Yeşilırmak akmış, Kaynar Havuz akmış Amasya’ya. Ferhat’ın alın teri gibi akmış sular şehre. Böylece iş bitmiş, Şirin’ine kavuşmuş mu? Hayır. Kötülükler onu da bulmuş. Şirin’in öldüğü haberini vermişler, suların şehre doğru çağıldadığı gün. Bağrındaki yangının bu sular söndüremez. Atmış havaya elindeki kırk okkalık demir külüngü, düşürmüş başı üzerine. Hemen orada can vermiş Ferhat’cık. Bu acıklı olay unutulur mu hiç? Amasyalılar bu dağa Ferhat demiş, onun dağ gibi derdiyle dertlenmişler yıllarca.

Bir de efsane anlatırlar bu sular üstüne. Amasya’nın Güllübağlarına akan ırmağın kaynağına azılı bir ejder oturmuş, suyu kesmiş bir zamanlar. Bağlar kurumuş, şehir susuzluktan kırılmağa başlamış. Amasyalılar, bakmışlar olacak gibi değil, ejderle de başa çıkmak her babayiğidin işi değil, düşünüp taşınmışlar, bir çare bulmuşlar. Ejderi çatlatıp öldürmek.

Ertesi gün semizce bir katıra, iki çuval tuz yüklemişler, sürmüşler ejdere. Azılı ejder, bir nefeste katırı, sırtındaki çuvallarla birlikte yutuvermiş. Birkaç saat sonra tuzun verdiği hararetle başlamış ırmağın suyunu çekmeğe. Çektikçe şişmiş, dağ gibi olmuş. Az sonra da çatlayıp ölmüş. Amasya da bu felaketten böylece kurtulmuş.

Amasya adına gelince, Milattan önce Birinci Yüzyılda Amasya’da doğan tanınmış tarih- coğrafya bilgini Stırabon’a göre, şehri ilk kuranlar Amazonlar’dır. Amazon kraliçesi Amasis, Karadeniz kıyılarından aşağı inmiş, Amasya’nın bulunduğu yeri beğenerek bir şehir kurmuş, adına ” Amasis şehri” demek olan “Amaseia” demişler. Bir söylentiye göre de, bir zamanlar buradaki dağlarda elmas madeni işletilirmiş, bundan dolayı şehre “Elmasiye” denmiş, bu ad zamanla Amasya olmuş. Şehrin adının Amasya’yı fetheden Danişmend Ahmed Gazi’nin karısı “Ümmü Asiye” den geldiğini, Ümmü Asiye’nin Amasya’da oturduğunu söyleyenler var. Fakat, Amasya, Danişmend Gazi’nin burayı fethinden önce de “Amasea” adıyla tanınan, bilinen bir şehirdir.

:sagok: Alıntıdır]]>
false
2013-11-03T01:34:47Z 2013-11-03T01:35:07Z https://eylulforum.com/konu-kerem-ile-asli <![CDATA[Kerem ile Aslı]]>
Kerem de Aslı’nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem’in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu’yu baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşı Sofu, omuzunda sazı ile bir “Aşık” olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı’nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler de… Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker, yolunu bağlayan karlı, boranlı bellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah onun her dileğini yerine getirir.

Bazı şehirlerde Kerem, Aslı Han’a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler. Erzincan Bağlarında ve Kayseri’de olduğu gibi… Sonunda Kerem Aslı’sının peşinden Halep’e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir. Paşa, Keşişi tehdit ederek kızını Kerem’e vermeye razı eder. İki sevdalının nikahları kıyılır. Fakat kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar. Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir türlü çözemez. Yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur. Kerem’in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han’ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla tutuşur, iki aşığın ancak külleri birbirine kavuşur.

Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem hikayesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk hikayeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hatta birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış.
:sagok: Alıntıdır]]>
false
2013-11-03T01:33:40Z 2013-11-03T01:35:32Z https://eylulforum.com/konu-leyla-ile-mecnun <![CDATA[Leyla ile Mecnun]]> Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.
Kays okulda Leyla’ yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

Mecnun’ un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla’yı isterse de Mecnun oldu diye Leyla’ yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun’ u çölde bulur. Halbuki o, çölde ahular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecazi aşktan ilahi aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leyla’ yı tanımaz. Babası Mecnun’ u iyileşmesi için Kabe’ye götürür.

Duaların kabul olduğu bu yerde Mecnun, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealaya dua eder:
“Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem bela-yı aşkdan etme cüda beni.”
Duası neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leyla da aşk ıstırabı içindedir

Bir zaman sonra ailesi, Leyla’ yı İbn-i Selam isimli zengin ve itibarlı birine verir. Ancak, Leyla kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selam’ ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnun, çölde Leyla’nın evlendiğini arkadaşı Zeyd’den işitince çok üzülür. Leyla’ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leyla da durumunu bir mektupla Mecnun’ a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnun’ un ahı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leyla baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnun’ u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnun, dünyadan elini eteğini çekmiş ilahi aşk yüzünden Leyla’nın maddi varlığını unutmuştur. Leyla, çölde Mecnun’ u bulduğu halde, Mecnun onu tanımaz. Leyla onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnun, Leyla’ nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;
“Ya Rab mana cism ü can gerekmez
Canansuz cihan gerekmez.” der, kabri kucaklayarak ölür.

Bir müddet sonra Mecnun’ un sadık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
“Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leyla’dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”
:sagok: Alıntıdır]]>
false
2013-11-03T01:32:17Z 2013-11-03T01:32:17Z https://eylulforum.com/konu-efsane-nedir <![CDATA[Efsane Nedir?]]> false