takipçi satın al

instagram takipçi hilesi

takipçi

izmir escort escort izmir izmir escort bayanlar urlexpander.edu.pl dnswhois.edu.pl createaform.com obio.link muzikindirdinle.com izlexl.com downloadbu.com xcryptotrack.com scriptsnulled.net

<![CDATA[Eylül Forum | Hayat Paylaşınca Güzel - İslam ve İnsan]]> https://eylulforum.com/ Sun, 06 Jul 2025 08:11:46 +0000 MyBB <![CDATA[Namaz: En İyi İbadet Şekli]]> https://eylulforum.com/konu-namaz-en-iyi-ibadet-sekli Thu, 30 Apr 2015 12:20:22 +0300 https://eylulforum.com/konu-namaz-en-iyi-ibadet-sekli

Namaz: En İyi İbadet Şekli - Nesrin Şakib

Biz mü'minler gün boyu Allah'ı (subhanehu ve teâla) aklımızda tutmaya çalışırız. Bu hatırlayış zihinsel olarak gerçekleşebilir, ilahi nimetleri takdir ederek. Dilde gerçekleşebilir, vird ve zikirleri tekrar ederek, ya da Kur'an-ı Kerim ve dua okumalarıyla. Ama, Allah, sonsuz hikmetiyle bunların daha ötesinde olan bir şeyi üzerimize farz kıldı. Her 7 saatte bir, sabah (sabah namazı), öğlen (öğle ve ikindi namazları) ve akşam (akşam ve yatsı namazları) vakitleri, Allah bizi, okunan ezanlar vasıtası ile, kendi rahmet kapısına çağırıyor. Biz bu vakitler arasında dünyaya dalıyor, meşakkatler içinde boğuluyoruz. Ama her bir ezanla, O'na (subhanehu ve teâla) dönme fırsatına kavuşuyoruz.

İmam Cafer Sadık (a.s) Hidayet Meş'alesi kitabında diyor ki; "Allah size merhametini göstermek, cezasından uzak tutmak, bağışının bazı nimetlerini üzerinize yaymak, sizleri rızasının yoluna hidayet etmek ve sizlere mağfiret kapısını açmak için çağırıyor." Ezan'da, "Hayya al'el-Felah", yani, "Haydi Kurutluşa" deniyor. Ezan bizleri ilahi rahmetlerin muhatabı olmaya çağırıyor. Ve ezan bizim kendimizi temizleyip yüceltmemiz için bir çağrıdır.

Namaz pratiği mütedeyyin Müslüman olmaya çevirir. Namazla bizler fiziksel bedenlerimiz ile akıl ve ruhumuzu birleştiriyoruz. Namazın her bir durağı kulu bir sonraki durağa hazırlıyor. İlk önce kendimizi temizliyoruz. Sonra ilahi dergâhta durup, ancak Allah için ibadet ettiğimizi ilan ediyoruz. Sonra rükûya varıyoruz. Son olarak, namazın doruğuna fiziksel olarak en aşağı durumda, yani secdede iken ulaşıyoruz. İmam Ali (a.s) secdeyi insan hayatının dört aşamasının sembollerine benzetiyor. İmam Ali diyor ki; "İlk secde; başlangıçta toprak olduğumuz, başı secdeden kaldırmak; topraktan yaratıldığımız, ikinci secde; tekrar toprağa döneceğimiz, başı ikinci secdeden kaldırmak ise kıyamet günü mezarlarımızdan kalkıp haşrolacağımız anlamına gelir." [Bihar'ul-Envar, c. 82, s. 139; fazlası için bakınız; Zikir ve Dualarıyla Namazın Gerçeği; Muhsin Kıraati]

Eğer biz günde 5 defa namaz kılmakla mücadele ediyorsak, bu kısa ibadetin ilahi kurbiyet ve yakınlık için en iyi amel olduğunu hatırlamalıyız. Eğer, namazlarımızı geciktiriyor veya erteliyorsak, Allah'ın -haşa- bize ihtiyaç duyduğundan değil, bizim ona ihtiyaç duyduğumuzdan dolayı namaz kıldığımızı hatırlamalıyız. Eğer bizim için önemli biriyle randevumuz varsa, bir alim-bilge, cumhurbaşkanı veya başkası, vaktinde ve dakik olmaz mıyız? Neden Allah ile olan görüşmemizde dakik değiliz?

Ve eğer namaz süresince akıl kuşumuz daldan dala konuyor ise, kimin huzurunda olduğumuzu hatırlamaya çalışalım. Sadece 5 dakikalığına aklımızın dizginini ellerimize alıp, gürültüyü kesmek için mücadele edelim.

İmam Ali'nin secdedeyken komadaymış gibi olduğunu hatırlıyoruz. Anımsıyoruz ki, İmam, masivadan o kadar habersiz idi ki, arkadaşları bunu ayağındaki oku çıkarmak veya yaralarını sarmak için bir fırsat olarak görüyordu. Bu aynı yüce şahıs, Ramazan ayının 19. gecesinde, secdedeyken başına aldığı darbeyle şehadete ulaştı ve dünyayı yaşadığı şekilde terk etti; teslimiyet halinde.

Bugünlerde onun şehadetini yâd edip anarken, onun nasıl yaşadığını ve namaza ne kadar önem verdiğini hatırlayalım. Şehadet şerbetini içtiği yeri hatırlayıp üzerinde düşünelim. Namazımızı değerli kılalım. Ve aklımızda tutalım ki, secdede, bedenimiz en aşağı konumda iken, gözlerimiz etrafımızı saran dünyaya kapanmış ve Allah'a (subhanehu ve teâla) engelsiz ve perdesiz bir şekilde fısıldıyor iken, bu an bizler için en büyük tevazu hali ve aynı zamanda en büyük ibadettir. Belki de bu sebepten ötürü İmam Ali şöyle diyor; "İnsan secdede nasıl bir rahmetin kapsamına girdiğinin farkında olsaydı, asla başını secdeden kaldırmazdı".

Namazın rekatları tekrar ediyormuş gibi görünse de, bir merdiven görevi ifâ ediyor. Bir merdivenin de basamakları aynı ve tekrar edicidir ama her bir adımınız sizi daha yukarıya ulaştırır. Eğer, tüm kalple, doğru şekilde ikame edilirse, namaz da bizi yücelere ulaştırabilir. Bu namazla, kişi, teslimiyet, pâklık ve tevazuyu öğrenebilir ve kibir ve benliğini alaşağı edebilir. Eğer biz namazlarımızdan zevk almayı öğrenir ve dikkat edersek, her secdemiz ilahi kurbiyetteki bir adım hüviyetini taşıyabilir.

İslami Link için İlham Dergisi'nden çeviren; Muhammet Mustafa TURABİ]]>


Namaz: En İyi İbadet Şekli - Nesrin Şakib

Biz mü'minler gün boyu Allah'ı (subhanehu ve teâla) aklımızda tutmaya çalışırız. Bu hatırlayış zihinsel olarak gerçekleşebilir, ilahi nimetleri takdir ederek. Dilde gerçekleşebilir, vird ve zikirleri tekrar ederek, ya da Kur'an-ı Kerim ve dua okumalarıyla. Ama, Allah, sonsuz hikmetiyle bunların daha ötesinde olan bir şeyi üzerimize farz kıldı. Her 7 saatte bir, sabah (sabah namazı), öğlen (öğle ve ikindi namazları) ve akşam (akşam ve yatsı namazları) vakitleri, Allah bizi, okunan ezanlar vasıtası ile, kendi rahmet kapısına çağırıyor. Biz bu vakitler arasında dünyaya dalıyor, meşakkatler içinde boğuluyoruz. Ama her bir ezanla, O'na (subhanehu ve teâla) dönme fırsatına kavuşuyoruz.

İmam Cafer Sadık (a.s) Hidayet Meş'alesi kitabında diyor ki; "Allah size merhametini göstermek, cezasından uzak tutmak, bağışının bazı nimetlerini üzerinize yaymak, sizleri rızasının yoluna hidayet etmek ve sizlere mağfiret kapısını açmak için çağırıyor." Ezan'da, "Hayya al'el-Felah", yani, "Haydi Kurutluşa" deniyor. Ezan bizleri ilahi rahmetlerin muhatabı olmaya çağırıyor. Ve ezan bizim kendimizi temizleyip yüceltmemiz için bir çağrıdır.

Namaz pratiği mütedeyyin Müslüman olmaya çevirir. Namazla bizler fiziksel bedenlerimiz ile akıl ve ruhumuzu birleştiriyoruz. Namazın her bir durağı kulu bir sonraki durağa hazırlıyor. İlk önce kendimizi temizliyoruz. Sonra ilahi dergâhta durup, ancak Allah için ibadet ettiğimizi ilan ediyoruz. Sonra rükûya varıyoruz. Son olarak, namazın doruğuna fiziksel olarak en aşağı durumda, yani secdede iken ulaşıyoruz. İmam Ali (a.s) secdeyi insan hayatının dört aşamasının sembollerine benzetiyor. İmam Ali diyor ki; "İlk secde; başlangıçta toprak olduğumuz, başı secdeden kaldırmak; topraktan yaratıldığımız, ikinci secde; tekrar toprağa döneceğimiz, başı ikinci secdeden kaldırmak ise kıyamet günü mezarlarımızdan kalkıp haşrolacağımız anlamına gelir." [Bihar'ul-Envar, c. 82, s. 139; fazlası için bakınız; Zikir ve Dualarıyla Namazın Gerçeği; Muhsin Kıraati]

Eğer biz günde 5 defa namaz kılmakla mücadele ediyorsak, bu kısa ibadetin ilahi kurbiyet ve yakınlık için en iyi amel olduğunu hatırlamalıyız. Eğer, namazlarımızı geciktiriyor veya erteliyorsak, Allah'ın -haşa- bize ihtiyaç duyduğundan değil, bizim ona ihtiyaç duyduğumuzdan dolayı namaz kıldığımızı hatırlamalıyız. Eğer bizim için önemli biriyle randevumuz varsa, bir alim-bilge, cumhurbaşkanı veya başkası, vaktinde ve dakik olmaz mıyız? Neden Allah ile olan görüşmemizde dakik değiliz?

Ve eğer namaz süresince akıl kuşumuz daldan dala konuyor ise, kimin huzurunda olduğumuzu hatırlamaya çalışalım. Sadece 5 dakikalığına aklımızın dizginini ellerimize alıp, gürültüyü kesmek için mücadele edelim.

İmam Ali'nin secdedeyken komadaymış gibi olduğunu hatırlıyoruz. Anımsıyoruz ki, İmam, masivadan o kadar habersiz idi ki, arkadaşları bunu ayağındaki oku çıkarmak veya yaralarını sarmak için bir fırsat olarak görüyordu. Bu aynı yüce şahıs, Ramazan ayının 19. gecesinde, secdedeyken başına aldığı darbeyle şehadete ulaştı ve dünyayı yaşadığı şekilde terk etti; teslimiyet halinde.

Bugünlerde onun şehadetini yâd edip anarken, onun nasıl yaşadığını ve namaza ne kadar önem verdiğini hatırlayalım. Şehadet şerbetini içtiği yeri hatırlayıp üzerinde düşünelim. Namazımızı değerli kılalım. Ve aklımızda tutalım ki, secdede, bedenimiz en aşağı konumda iken, gözlerimiz etrafımızı saran dünyaya kapanmış ve Allah'a (subhanehu ve teâla) engelsiz ve perdesiz bir şekilde fısıldıyor iken, bu an bizler için en büyük tevazu hali ve aynı zamanda en büyük ibadettir. Belki de bu sebepten ötürü İmam Ali şöyle diyor; "İnsan secdede nasıl bir rahmetin kapsamına girdiğinin farkında olsaydı, asla başını secdeden kaldırmazdı".

Namazın rekatları tekrar ediyormuş gibi görünse de, bir merdiven görevi ifâ ediyor. Bir merdivenin de basamakları aynı ve tekrar edicidir ama her bir adımınız sizi daha yukarıya ulaştırır. Eğer, tüm kalple, doğru şekilde ikame edilirse, namaz da bizi yücelere ulaştırabilir. Bu namazla, kişi, teslimiyet, pâklık ve tevazuyu öğrenebilir ve kibir ve benliğini alaşağı edebilir. Eğer biz namazlarımızdan zevk almayı öğrenir ve dikkat edersek, her secdemiz ilahi kurbiyetteki bir adım hüviyetini taşıyabilir.

İslami Link için İlham Dergisi'nden çeviren; Muhammet Mustafa TURABİ]]>
<![CDATA[KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN]]> https://eylulforum.com/konu-kandiliniz-mubarek-olsun Wed, 05 Jun 2013 18:09:54 +0300 https://eylulforum.com/konu-kandiliniz-mubarek-olsun ]]> ]]> <![CDATA[DOST DEDİĞİN...]]> https://eylulforum.com/konu-dost-dedigin Thu, 10 Nov 2011 18:00:34 +0200 https://eylulforum.com/konu-dost-dedigin MEVLANA DER Kİ


Dost dediğin; Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli … Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı… Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı… Fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı… Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmali; Sevinci çarpmalı… Üzüntüyü bölmeli… Geçmişi çıkarmalı… Yarını toplamalı… Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı… Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı… İŞİ BİTİNCE SENİ BİR TARAFA ATMAMALI!]]>
MEVLANA DER Kİ


Dost dediğin; Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli … Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı… Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı… Fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı… Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmali; Sevinci çarpmalı… Üzüntüyü bölmeli… Geçmişi çıkarmalı… Yarını toplamalı… Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı… Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı… İŞİ BİTİNCE SENİ BİR TARAFA ATMAMALI!]]>
<![CDATA[MUTLAKA OKUMALISIN ! OKUMAYAN ÇOK ŞEY KAYBEDER !]]> https://eylulforum.com/konu-mutlaka-okumalisin-okumayan-cok-sey-kaybeder Tue, 25 Oct 2011 01:48:13 +0300 https://eylulforum.com/konu-mutlaka-okumalisin-okumayan-cok-sey-kaybeder
Ona, “Sen başka duâ bilmez misin?” dediler.

O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

“Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular.

“Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar” dedi şeytanım.

Îmânım ise, “Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et!” dedi.

Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

“Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!”

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

“Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.”

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdat’a gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum.

Bir tanıdığım gelip,

“Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım” dedi.

Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

“Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.”

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu ! . .]]>

Ona, “Sen başka duâ bilmez misin?” dediler.

O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

“Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular.

“Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar” dedi şeytanım.

Îmânım ise, “Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et!” dedi.

Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

“Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!”

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

“Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.”

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdat’a gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum.

Bir tanıdığım gelip,

“Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım” dedi.

Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

“Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.”

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu ! . .]]>
<![CDATA[Miraç Kandiliniz Mübarek Olsun!]]> https://eylulforum.com/konu-mirac-kandiliniz-mubarek-olsun Tue, 28 Jun 2011 18:56:30 +0300 https://eylulforum.com/konu-mirac-kandiliniz-mubarek-olsun

Miraç Kandili (Arapça: لیلة المعراج, Farsça: شب معراج), İslam dininde kutsal sayılan gecelerden biridir. Recep ayının 27. gecesidir. Müslümanlar bu gecede peygamberleri Muhammed'in, Mekke´deki Mescid-i Haram´dan, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya götürüldüğüne, oradan da gökleri aşarak, Cebrail'in bile giremediği Sidretül Münteha'yı geçerek Allah´ın katına ulaştığına inanırlar. Bu olaya miraç ya da göğe çıkış denir.

Miraç gecesindeki yolculuğun ruhsal bir deneyim olduğu tezine karşı Schimmel gibi bazı araştırmacılar ayette kulunun ruhuyla değil, ‘kuluyla birlikte’ seyahat ettiği belirtilmesini sunmuştur. Bazı İslam âlimleri de Burak adlı bineğin kullanılmasını Miraç'ın tamamen ruhsal bir deneyim olamayacağına kanıt olarak göstermişlerdir.

Miraç’ta kendisine sunulan şarap, bal ve süt dolu üç bardaktan süt bardağını tercih ederek sütü içmiştir. Bu sebeple Anadolu'da çoğu yerde bu gecede süt içme ve dağıtma geleneği olduğu ifade edilmektedir. Bazı yerlerde tatlı da yapılır ve dağıtırlır. Konya'da bu geceye “süt gecesi” de denilmektedir.

Beş vakit namaz, bu gecede farz kılınmış, Bakara suresinin iman esaslarını ve dua cümleleri içeren son 2 ayeti tebliğ edilmiş ve şirk koşmayan herkesin cennete gireceği müjdesi verilmiştir. Bu günde genelde Müslümanlar dua eder, tesbih çeker ve Yasin Suresi'ni okurlar, veya camilerdeki programlarda yer alırlar.

Bu olayın bahsi İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'da İsra ve Necm Surelerinde geçer. "Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir." (İsra :1)]]>


Miraç Kandili (Arapça: لیلة المعراج, Farsça: شب معراج), İslam dininde kutsal sayılan gecelerden biridir. Recep ayının 27. gecesidir. Müslümanlar bu gecede peygamberleri Muhammed'in, Mekke´deki Mescid-i Haram´dan, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya götürüldüğüne, oradan da gökleri aşarak, Cebrail'in bile giremediği Sidretül Münteha'yı geçerek Allah´ın katına ulaştığına inanırlar. Bu olaya miraç ya da göğe çıkış denir.

Miraç gecesindeki yolculuğun ruhsal bir deneyim olduğu tezine karşı Schimmel gibi bazı araştırmacılar ayette kulunun ruhuyla değil, ‘kuluyla birlikte’ seyahat ettiği belirtilmesini sunmuştur. Bazı İslam âlimleri de Burak adlı bineğin kullanılmasını Miraç'ın tamamen ruhsal bir deneyim olamayacağına kanıt olarak göstermişlerdir.

Miraç’ta kendisine sunulan şarap, bal ve süt dolu üç bardaktan süt bardağını tercih ederek sütü içmiştir. Bu sebeple Anadolu'da çoğu yerde bu gecede süt içme ve dağıtma geleneği olduğu ifade edilmektedir. Bazı yerlerde tatlı da yapılır ve dağıtırlır. Konya'da bu geceye “süt gecesi” de denilmektedir.

Beş vakit namaz, bu gecede farz kılınmış, Bakara suresinin iman esaslarını ve dua cümleleri içeren son 2 ayeti tebliğ edilmiş ve şirk koşmayan herkesin cennete gireceği müjdesi verilmiştir. Bu günde genelde Müslümanlar dua eder, tesbih çeker ve Yasin Suresi'ni okurlar, veya camilerdeki programlarda yer alırlar.

Bu olayın bahsi İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'da İsra ve Necm Surelerinde geçer. "Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir." (İsra :1)]]>
<![CDATA[Kesinlikle Okuyun]]> https://eylulforum.com/konu-kesinlikle-okuyun Wed, 22 Jun 2011 18:51:43 +0300 https://eylulforum.com/konu-kesinlikle-okuyun - Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir]]>
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir]]>
<![CDATA[YÜZSÜZLER...]]> https://eylulforum.com/konu-yuzsuzler Thu, 09 Jun 2011 19:28:04 +0300 https://eylulforum.com/konu-yuzsuzler
karakteri bozuk insanlardan yılmış da demiş ki:

-"iki yüzlüleri arıyorum. meğer onlar ne iyi insanlarmış"...

Akif' in sağlam karakterini bilenler bu söze çok şaşırmışlar ve dolayısıyla nedenini sormuşlar.


Merhum şairimizin cevabı şöyle olmuş:

-efendim şimdi çok yüzlüler çıktı ortaya.

Onlara bakınca iki yüzlüleri çamla, çırayla aramaya başladım.

İki yüzlüleri hiç olmazsa anlamak ve şerlerinden sakınmak mümkündü.

Ama çok yüzlüleri ne anlamak ne de şerrinden korunmak mümkün.


Bu hatırayı dinleyen değerli dost,

yüzündeki acı tebessümün sebebini şöyle açıkladı:

-"Rahmetli Akif bugün sağ olsaydı çok yüzlüleri de hasretle aramaya başlardı.

Çünkü şimdi ortaya yüzsüzler çıktı ...]]>

karakteri bozuk insanlardan yılmış da demiş ki:

-"iki yüzlüleri arıyorum. meğer onlar ne iyi insanlarmış"...

Akif' in sağlam karakterini bilenler bu söze çok şaşırmışlar ve dolayısıyla nedenini sormuşlar.


Merhum şairimizin cevabı şöyle olmuş:

-efendim şimdi çok yüzlüler çıktı ortaya.

Onlara bakınca iki yüzlüleri çamla, çırayla aramaya başladım.

İki yüzlüleri hiç olmazsa anlamak ve şerlerinden sakınmak mümkündü.

Ama çok yüzlüleri ne anlamak ne de şerrinden korunmak mümkün.


Bu hatırayı dinleyen değerli dost,

yüzündeki acı tebessümün sebebini şöyle açıkladı:

-"Rahmetli Akif bugün sağ olsaydı çok yüzlüleri de hasretle aramaya başlardı.

Çünkü şimdi ortaya yüzsüzler çıktı ...]]>
<![CDATA[Söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır...]]> https://eylulforum.com/konu-soylediklerin-karsidakinin-anladigi-kadardir Thu, 09 Jun 2011 19:20:24 +0300 https://eylulforum.com/konu-soylediklerin-karsidakinin-anladigi-kadardir Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen Profesör sonunda seyise sormuş:
- Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?
Seyis cevap vermiş:
- Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.
Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış.
İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
- Konuşmamı nasıl buldun?
Seyis cevap vermiş:
- Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim.
Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.


"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır."]]>
Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen Profesör sonunda seyise sormuş:
- Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?
Seyis cevap vermiş:
- Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.
Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış.
İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
- Konuşmamı nasıl buldun?
Seyis cevap vermiş:
- Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim.
Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.


"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır."]]>
<![CDATA[Bunu ezberlemek gerek]]> https://eylulforum.com/konu-bunu-ezberlemek-gerek Wed, 08 Jun 2011 13:51:42 +0300 https://eylulforum.com/konu-bunu-ezberlemek-gerek Elhamdü lillahi rabbil alemin. (Hamd olsun bütün alemlerin Rabbi olan Allah'a...)
Errahmanirrahim. (ki O, Esirgeyen ve bağışlayandır.)
Maliki yevmiddin. ( Hesap gününün hakimidir. )
İyyakena'büdü ve iyyake nestain.(Ey Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.)
İhdinas siratel müstakim. ( Bizi doğru yola ilet;)
Siratallezine enamte aleyhim ( nimet verdiğin kimselerin yoluna...)
ğayril mağdubi aleyhim veladdâllin.( Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil...)]]>
Elhamdü lillahi rabbil alemin. (Hamd olsun bütün alemlerin Rabbi olan Allah'a...)
Errahmanirrahim. (ki O, Esirgeyen ve bağışlayandır.)
Maliki yevmiddin. ( Hesap gününün hakimidir. )
İyyakena'büdü ve iyyake nestain.(Ey Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.)
İhdinas siratel müstakim. ( Bizi doğru yola ilet;)
Siratallezine enamte aleyhim ( nimet verdiğin kimselerin yoluna...)
ğayril mağdubi aleyhim veladdâllin.( Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil...)]]>
<![CDATA[Neden?]]> https://eylulforum.com/konu-neden Thu, 02 Jun 2011 01:39:10 +0300 https://eylulforum.com/konu-neden Neden biz insaoğlu şükretmeyi bilmeyiz? Allah'ın verdikleriyle yetinip hamd etmek yerine neden hep daha fazla ister ve isyan ederiz? Peki neden bir sıkıntıya düştüğümüz zaman hemen Allah'ım yardım et deriz de aynı sıkıntıyı veren Allah bize büyük bir mutluluk verdiği zaman ellerimizi semaya açıp Elhamdulillah demeyiz? Gerçekten nankör mü insanoğlu? Bence evet. Biz insanoğlu şükretmeyi bilmeyen günahkar kullar topluluğuyuz. Sırf aldığımız nefes için bile Allah'a şükretmemiz gerekirken büyük mutluluklar karsşısında bile Allah'a şükretmeyiz. Gözümüz bulanık gçrse isyan ederiz. "Neden benim gözüm iyi görmüyor" deriz. Bilmeyiz bizim buanık diye beğenmediğimiz göze muhtaç onca insanı. "Elhamdulillah gözlerim bulanıkta olsa görüyor. Allah gözleri görmeyenlerin yardımcısı olsun" yerine "Allah beni niye böyle yarattı" deriz. Duymakta öyle. Yürümek, koşmak, dokunmak, tutmak ve daha nice nimetler. Hafif aksak yürüsek hemen isyan ederiz. Bilmeyiz o aksak yürüyüşe muhtaç olmasına rağmen yine de Elhamdulillah demeyi bilen insanları. Ayakkabımız yok diye isyan ederiz. Bilmeyiz ayakkabıyı giyecek ayağı olmamasına rağmen Allah'a şükreden insanları... Tek bir parmağımız mı eksik? Ya da elimizde hafif şekil bozukluğu mu var? İstediğin eldiveni alamadın yada aradığın eldiveni bulamadın mı? Hemen isyan et. Düşünme eldiven giyecek bir eli bile olmayan, o şekli bozuk eline muhtaç olmasına rağmen Elhamdulillah demeyi bilen nice insanı... Tabağında bulgur pilavı varken kalkıp "Ulan niye bu sofra dört dörtlük değil de bi kuru pilava talim ediyorum. Adalet mi bu?" diye isyan mı ediyorssun? Yiyecek kuru ekmek bile bulamamasına rağmen ellerini Mevla'ya açıp Elhamdulillah demeyi bilen kulları da mı görmüyorsun? aklını başına al ey Ademoğlu. Zora geldiğinde sığındığın Allah'ı bola geldiğinde unutma. Allah'ın verdiği nimetlere yada sıkıntılara göğüs gerip Elhamdulillah demek yerine isyan etme. Ne kadar büyük olursan ol gireceğin 2 metre toprağın altı. Ne kadar zengin olursan ol götüreceğin 5 metre bez, kıçına tıkılan pamuk, ayak ve başına sarılan bez ve AMELLERİN...
Saygı ve sevgilerimle. İhsan M.]]>
Neden biz insaoğlu şükretmeyi bilmeyiz? Allah'ın verdikleriyle yetinip hamd etmek yerine neden hep daha fazla ister ve isyan ederiz? Peki neden bir sıkıntıya düştüğümüz zaman hemen Allah'ım yardım et deriz de aynı sıkıntıyı veren Allah bize büyük bir mutluluk verdiği zaman ellerimizi semaya açıp Elhamdulillah demeyiz? Gerçekten nankör mü insanoğlu? Bence evet. Biz insanoğlu şükretmeyi bilmeyen günahkar kullar topluluğuyuz. Sırf aldığımız nefes için bile Allah'a şükretmemiz gerekirken büyük mutluluklar karsşısında bile Allah'a şükretmeyiz. Gözümüz bulanık gçrse isyan ederiz. "Neden benim gözüm iyi görmüyor" deriz. Bilmeyiz bizim buanık diye beğenmediğimiz göze muhtaç onca insanı. "Elhamdulillah gözlerim bulanıkta olsa görüyor. Allah gözleri görmeyenlerin yardımcısı olsun" yerine "Allah beni niye böyle yarattı" deriz. Duymakta öyle. Yürümek, koşmak, dokunmak, tutmak ve daha nice nimetler. Hafif aksak yürüsek hemen isyan ederiz. Bilmeyiz o aksak yürüyüşe muhtaç olmasına rağmen yine de Elhamdulillah demeyi bilen insanları. Ayakkabımız yok diye isyan ederiz. Bilmeyiz ayakkabıyı giyecek ayağı olmamasına rağmen Allah'a şükreden insanları... Tek bir parmağımız mı eksik? Ya da elimizde hafif şekil bozukluğu mu var? İstediğin eldiveni alamadın yada aradığın eldiveni bulamadın mı? Hemen isyan et. Düşünme eldiven giyecek bir eli bile olmayan, o şekli bozuk eline muhtaç olmasına rağmen Elhamdulillah demeyi bilen nice insanı... Tabağında bulgur pilavı varken kalkıp "Ulan niye bu sofra dört dörtlük değil de bi kuru pilava talim ediyorum. Adalet mi bu?" diye isyan mı ediyorssun? Yiyecek kuru ekmek bile bulamamasına rağmen ellerini Mevla'ya açıp Elhamdulillah demeyi bilen kulları da mı görmüyorsun? aklını başına al ey Ademoğlu. Zora geldiğinde sığındığın Allah'ı bola geldiğinde unutma. Allah'ın verdiği nimetlere yada sıkıntılara göğüs gerip Elhamdulillah demek yerine isyan etme. Ne kadar büyük olursan ol gireceğin 2 metre toprağın altı. Ne kadar zengin olursan ol götüreceğin 5 metre bez, kıçına tıkılan pamuk, ayak ve başına sarılan bez ve AMELLERİN...
Saygı ve sevgilerimle. İhsan M.]]>
<![CDATA[KORKU]]> https://eylulforum.com/konu-korku--9383 Mon, 30 May 2011 19:26:38 +0300 https://eylulforum.com/konu-korku--9383 Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücü biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardım edemem."

Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor:
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaslanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."]]>
Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücü biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardım edemem."

Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor:
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaslanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."]]>
<![CDATA[TEK KOL]]> https://eylulforum.com/konu-tek-kol Tue, 03 May 2011 14:41:20 +0300 https://eylulforum.com/konu-tek-kol Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.
Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim" Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu
"hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum"
Hocası çocuğa baktı ve dedi ki,
"senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir.
Ve bir tek savunması vardır
o da, rakibin sol kolunu tutmak".]]>
Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.
Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim" Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu
"hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum"
Hocası çocuğa baktı ve dedi ki,
"senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir.
Ve bir tek savunması vardır
o da, rakibin sol kolunu tutmak".]]>
<![CDATA[MOR MENEKŞE]]> https://eylulforum.com/konu-mor-menekse Tue, 03 May 2011 14:36:08 +0300 https://eylulforum.com/konu-mor-menekse iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi
kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever
menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez
yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...
- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?"
diye düşündü, durdu Hande...
Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden
farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar
güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli
olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye
başladı.
İlk, kimsenin yanına oturmadığı, "Hacerin yanına oturmak istiyorum
öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı.
Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok
dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek oturtmak
istemedi önce Hacerin yanına Handeyi...
Hande, ısrar ediyordu Hacerin yanına oturmak istiyordu. Daha sonra
bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande in annesini çağırdı. Annesi
eve geldiklerinde Handeye sordu:
- "Neden yavrum Hacerin yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o
gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi
sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacerin yanına kimse oturmak
istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark
etmek istiyorum." dedi.
Hande in annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının
olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacerin yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi,
hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu
Handeden. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan
fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Doktor Cemal beyin kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta
sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl
olur da kendi yerine Haceri seçerdi? Çok gururu
kırılmıştı Esinin... Hande ile konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinlerle dağ köylerinden birinde
gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler..
Hande, gene Esinin somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.
İçin için de Hacere kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının
bozulmasına sebeb . olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi
iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı
diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacerin kimsenin bilmediği güzelliklerini
keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.
Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu.
Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak
için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. . Hava iyice soğumuş
ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok
seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım
attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi.
Handeye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz
mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve . içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun
sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi
sadece Hande, "bu soğukta???"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta
yatan kadını fark etti Hande.
- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben
bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama
tüm işler bana baktığı için . derslere çalışacak pek
vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de . dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o
yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum."
Hande in gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş
olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet
sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...
Hacerlere gidip Hacerin yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.
Hande, annesine anlattı Hacerin hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım
anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Haceri kendi evlerine
taşıdılar... Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu.
Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...
Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, bir kızkardeşlerdi
artık...
Mor menekşeler Handeye Haceri armağan etmişti... Hacere ise; hem
Handeyi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi . bir doktor...
Handeden vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile
birlikte şifa dağıtıyor...Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan
şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var.
Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande. Hacer Menekşe,
teyzesi Haceri çok seviyor ve annesine teyzesi için hegün teşekkür
ediyor...

SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN...
GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA
İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR..]]>
iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi
kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever
menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez
yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...
- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?"
diye düşündü, durdu Hande...
Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden
farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar
güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli
olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye
başladı.
İlk, kimsenin yanına oturmadığı, "Hacerin yanına oturmak istiyorum
öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı.
Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok
dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek oturtmak
istemedi önce Hacerin yanına Handeyi...
Hande, ısrar ediyordu Hacerin yanına oturmak istiyordu. Daha sonra
bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande in annesini çağırdı. Annesi
eve geldiklerinde Handeye sordu:
- "Neden yavrum Hacerin yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o
gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi
sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacerin yanına kimse oturmak
istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark
etmek istiyorum." dedi.
Hande in annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının
olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacerin yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi,
hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu
Handeden. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan
fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Doktor Cemal beyin kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta
sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl
olur da kendi yerine Haceri seçerdi? Çok gururu
kırılmıştı Esinin... Hande ile konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinlerle dağ köylerinden birinde
gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler..
Hande, gene Esinin somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.
İçin için de Hacere kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının
bozulmasına sebeb . olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi
iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı
diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacerin kimsenin bilmediği güzelliklerini
keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.
Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu.
Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak
için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. . Hava iyice soğumuş
ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok
seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım
attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi.
Handeye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz
mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve . içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun
sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi
sadece Hande, "bu soğukta???"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta
yatan kadını fark etti Hande.
- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben
bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama
tüm işler bana baktığı için . derslere çalışacak pek
vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de . dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o
yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum."
Hande in gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş
olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet
sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...
Hacerlere gidip Hacerin yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.
Hande, annesine anlattı Hacerin hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım
anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Haceri kendi evlerine
taşıdılar... Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu.
Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...
Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, bir kızkardeşlerdi
artık...
Mor menekşeler Handeye Haceri armağan etmişti... Hacere ise; hem
Handeyi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi . bir doktor...
Handeden vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile
birlikte şifa dağıtıyor...Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan
şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var.
Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande. Hacer Menekşe,
teyzesi Haceri çok seviyor ve annesine teyzesi için hegün teşekkür
ediyor...

SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN...
GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA
İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR..]]>
<![CDATA[İnsan ve Yaratılış]]> https://eylulforum.com/konu-insan-ve-yaratilis Wed, 13 Apr 2011 16:25:24 +0300 https://eylulforum.com/konu-insan-ve-yaratilis
Vücudumuzdaki herşey milimetrenin binde biri büyüklüğündeki hücrelerden oluşur. Bu hücrelerin kimi biraraya gelerek kemikleri, kimi sinirleri, kimi karaciğeri, kimi midemizin iç yapısını, kimi derimizi, kimi ise gözümüzün kornea tabakasını oluşturur. Hücreler vücudun hangi parçasını oluşturuyorlarsa bu bölgede ihtiyaç duyulan boyuta ve şekle sahip olurlar.

Bu kadar farklı görevler üstlenmiş olan hücreler nasıl ve ne zaman meydana gelmişlerdir?

İşte bu soruya verilecek cevap, bizi her anı mucizelerle dolu olan bir olaya götürecektir. Bugün sizin bedeninizi oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücrenin tamamı, tek bir hücreden çoğalarak meydana gelmişlerdir. Şu an sahip olduğunuz hücrelerle aynı yapıya sahip olan bu tek hücre de, annenizin yumurta hücresi ile babanızın sperm hücresinin birleşimiyle ortaya çıkmıştır.

Allah, Kuran'da insanlara, kimi zaman göklerdeki ve yerdeki, kimi zaman da canlılardaki yaratılış mucizelerini, Kendi varlığının delilleri olarak örnek gösterir. Bu delillerin en önemlilerinden biri de, sözünü ettiğimiz konu, bir diğer ifadeyle insanın kendi yaratılışındaki mucizelerdir.

Birçok ayette insanın, ibret almak için, bizzat kendi yaratılışına dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl var olduğu, var olurken hangi aşamalardan geçtiği detaylı olarak tarif edilir. Vakıa Suresi'ndeki ayetlerde, insanın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır:

Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)

İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi, duyan, gören, işiten ve vücut yapısı olarak oldukça kompleks bir yapıda olan insanın bir damla sudan meydana gelmesi şüphesiz ki olağanüstü bir gelişimin sonucudur. Bu gelişim ise, elbette başıboş bir sürecin, rastgele oluşan tesadüflerin sonucunda gerçekleşemez.

İnsanın oluşumundaki bütün aşamalar, Allah�ın benzersiz yaratışıyla var olmuştur.

Bu kitapta yeryüzünde her insan ile birlikte hiç durmaksızın yaşanan "insanın yaratılış mucizesi"nin detayları anlatılmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, bu kitapta anlatılan olaylar, insanın yaratılışındaki detayların yalnızca bir bölümüdür. Öyleki bu kitapta anlatıldığı kadarı bile, insana, Yaratıcısı'nın sonsuz kudretini, tüm evreni sarıp kuşatan sınırsız ilmini ve aklını bir kez daha göstermektedir. Ve Yüce Allah'ın, "yaratıcıların en güzeli" olduğunu tüm insanlara tekrar hatırlatmaktadır:]]>

Vücudumuzdaki herşey milimetrenin binde biri büyüklüğündeki hücrelerden oluşur. Bu hücrelerin kimi biraraya gelerek kemikleri, kimi sinirleri, kimi karaciğeri, kimi midemizin iç yapısını, kimi derimizi, kimi ise gözümüzün kornea tabakasını oluşturur. Hücreler vücudun hangi parçasını oluşturuyorlarsa bu bölgede ihtiyaç duyulan boyuta ve şekle sahip olurlar.

Bu kadar farklı görevler üstlenmiş olan hücreler nasıl ve ne zaman meydana gelmişlerdir?

İşte bu soruya verilecek cevap, bizi her anı mucizelerle dolu olan bir olaya götürecektir. Bugün sizin bedeninizi oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücrenin tamamı, tek bir hücreden çoğalarak meydana gelmişlerdir. Şu an sahip olduğunuz hücrelerle aynı yapıya sahip olan bu tek hücre de, annenizin yumurta hücresi ile babanızın sperm hücresinin birleşimiyle ortaya çıkmıştır.

Allah, Kuran'da insanlara, kimi zaman göklerdeki ve yerdeki, kimi zaman da canlılardaki yaratılış mucizelerini, Kendi varlığının delilleri olarak örnek gösterir. Bu delillerin en önemlilerinden biri de, sözünü ettiğimiz konu, bir diğer ifadeyle insanın kendi yaratılışındaki mucizelerdir.

Birçok ayette insanın, ibret almak için, bizzat kendi yaratılışına dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl var olduğu, var olurken hangi aşamalardan geçtiği detaylı olarak tarif edilir. Vakıa Suresi'ndeki ayetlerde, insanın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır:

Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)

İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi, duyan, gören, işiten ve vücut yapısı olarak oldukça kompleks bir yapıda olan insanın bir damla sudan meydana gelmesi şüphesiz ki olağanüstü bir gelişimin sonucudur. Bu gelişim ise, elbette başıboş bir sürecin, rastgele oluşan tesadüflerin sonucunda gerçekleşemez.

İnsanın oluşumundaki bütün aşamalar, Allah�ın benzersiz yaratışıyla var olmuştur.

Bu kitapta yeryüzünde her insan ile birlikte hiç durmaksızın yaşanan "insanın yaratılış mucizesi"nin detayları anlatılmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, bu kitapta anlatılan olaylar, insanın yaratılışındaki detayların yalnızca bir bölümüdür. Öyleki bu kitapta anlatıldığı kadarı bile, insana, Yaratıcısı'nın sonsuz kudretini, tüm evreni sarıp kuşatan sınırsız ilmini ve aklını bir kez daha göstermektedir. Ve Yüce Allah'ın, "yaratıcıların en güzeli" olduğunu tüm insanlara tekrar hatırlatmaktadır:]]>
<![CDATA[Trafik]]> https://eylulforum.com/konu-trafik Mon, 14 Mar 2011 19:21:32 +0200 https://eylulforum.com/konu-trafik Dine göre trafikte süratin ölçüsü nedir? Trafik kazasında ölenler şehit olurlar m? Sürücünün kusurlu olup olmaması hükmü değiştirir mi?

Cevap:
Trafik kurallar önemli ve ciddi tecrübeler, araştırmalar ve incelemeler sonunda ortaya çıkmakta ve kanunlaşmaktadır. Bu kuralların sınırlamaları dine göre de muteber, geçerli, bağlayıcı sınırlamalardır; çünkü din, bu gibi konularda tecrübenin, bilimin sonuçlarına uyulmasını emretmektedir.
Allah yolunda savaşırken, meşru olmayan saldırılara karşı maddi ve manevi değerleri korumak için mücadele ederken ölenler şehid olurlar. Bunlar "hakiki" şehitlerdir. Bazı salgın hastalıklar, deniz kazası, zelzele gibi âfetler sebebiyle ölenlere de -yıkamamak, elbiseleriyle gömmek gibi dünya işlemlerinde değil, ahiretteki ceza veya mükâfatta- Allah'ın şehid muamelesi yapacağını bildiren hadisler vardır. Trafik kazalarının bunlar arasına girip girmeyeceğini bilmek mümkün değildir; bu alanda kıyas yapılamaz, "Allah bilir" demek daha uygun olur.]]>
Dine göre trafikte süratin ölçüsü nedir? Trafik kazasında ölenler şehit olurlar m? Sürücünün kusurlu olup olmaması hükmü değiştirir mi?

Cevap:
Trafik kurallar önemli ve ciddi tecrübeler, araştırmalar ve incelemeler sonunda ortaya çıkmakta ve kanunlaşmaktadır. Bu kuralların sınırlamaları dine göre de muteber, geçerli, bağlayıcı sınırlamalardır; çünkü din, bu gibi konularda tecrübenin, bilimin sonuçlarına uyulmasını emretmektedir.
Allah yolunda savaşırken, meşru olmayan saldırılara karşı maddi ve manevi değerleri korumak için mücadele ederken ölenler şehid olurlar. Bunlar "hakiki" şehitlerdir. Bazı salgın hastalıklar, deniz kazası, zelzele gibi âfetler sebebiyle ölenlere de -yıkamamak, elbiseleriyle gömmek gibi dünya işlemlerinde değil, ahiretteki ceza veya mükâfatta- Allah'ın şehid muamelesi yapacağını bildiren hadisler vardır. Trafik kazalarının bunlar arasına girip girmeyeceğini bilmek mümkün değildir; bu alanda kıyas yapılamaz, "Allah bilir" demek daha uygun olur.]]>
<![CDATA[Güzel Söz]]> https://eylulforum.com/konu-guzel-soz Mon, 14 Mar 2011 18:02:25 +0200 https://eylulforum.com/konu-guzel-soz <![CDATA[guncel]]> https://eylulforum.com/konu-guncel Fri, 04 Mar 2011 21:39:35 +0200 https://eylulforum.com/konu-guncel Çocuğun cinsel eğitimi kaç yaşında başlamalıdır?

Cevap:
Her yaşın bir cinsel eğitim şekli ve dozu vardır. Bunlara riayet edilirse kötü sonuçlar doğmaz.
alıntı: Hayrettın karaman]]>
Çocuğun cinsel eğitimi kaç yaşında başlamalıdır?

Cevap:
Her yaşın bir cinsel eğitim şekli ve dozu vardır. Bunlara riayet edilirse kötü sonuçlar doğmaz.
alıntı: Hayrettın karaman]]>
<![CDATA[Hikmetli Sözler]]> https://eylulforum.com/konu-hikmetli-sozler Sat, 30 Oct 2010 21:30:42 +0300 https://eylulforum.com/konu-hikmetli-sozler
Format: PDF, Dosya Boyutu: 5 MB

“Hâli ve yaşayışı sana feyiz ve hamle vermeyen; sözü seni Allah’a götürmeyen kimse ile sohbet etme, arkadaşlık yapma!”

Örnek Sözler:
*Bir çiçekten bal yapar bir çift arı,”Zehr” olur bir bal, “şeker” bir diğeri.
*Aynı ottan beslenir bir çift geyik,Bundan “amber-misk” olur, ondan “sidik”.
*Yer-içer bundan haset eder zuhur,Yer-içer hâsıl olur ondan da nur!

Download Hotfile:

http://hotfile.com/dl/79310441/12e397d/H...N.rar.html]]>

Format: PDF, Dosya Boyutu: 5 MB

“Hâli ve yaşayışı sana feyiz ve hamle vermeyen; sözü seni Allah’a götürmeyen kimse ile sohbet etme, arkadaşlık yapma!”

Örnek Sözler:
*Bir çiçekten bal yapar bir çift arı,”Zehr” olur bir bal, “şeker” bir diğeri.
*Aynı ottan beslenir bir çift geyik,Bundan “amber-misk” olur, ondan “sidik”.
*Yer-içer bundan haset eder zuhur,Yer-içer hâsıl olur ondan da nur!

Download Hotfile:

http://hotfile.com/dl/79310441/12e397d/H...N.rar.html]]>
<![CDATA[kuran-ı kerım dınlemek ıcın]]> https://eylulforum.com/konu-kuran-i-kerim-dinlemek-icin Mon, 05 Apr 2010 18:20:59 +0300 https://eylulforum.com/konu-kuran-i-kerim-dinlemek-icin http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&kid=1]]> http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&kid=1]]> <![CDATA[Hz.Muhammed (s.a.v) Hayatı]]> https://eylulforum.com/konu-hz-muhammed-s-a-v-hayati Wed, 24 Feb 2010 16:10:03 +0200 https://eylulforum.com/konu-hz-muhammed-s-a-v-hayati
Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.

PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A GELDI

Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.

Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.

PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH

Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş ,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.

PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI

Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.

Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.

Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.

Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::

Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma bint-i Haris.

Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.

Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.

Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.

Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.

Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.

Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.

Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.

Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.

HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI

Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.

Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.

Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı.Sonra da söyle hitap etti:

``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah, Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.

Her canlı varlık ölecektir. Bende öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.

Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.

Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in yanında kaldı.

PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI

Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü.

PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI

Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.

PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI

Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.

KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI

Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.

Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere ediyorlardı.

Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.

Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;

Teklifine göre ,mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.

Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.

Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu]]>

Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.

PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A GELDI

Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.

Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.

PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH

Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş ,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.

PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI

Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.

Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.

Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.

Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::

Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma bint-i Haris.

Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.

Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.

Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.

Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.

Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.

Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.

Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.

Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.

HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI

Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.

Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.

Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı.Sonra da söyle hitap etti:

``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah, Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.

Her canlı varlık ölecektir. Bende öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.

Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.

Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in yanında kaldı.

PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI

Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü.

PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI

Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.

PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI

Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.

KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI

Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.

Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere ediyorlardı.

Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.

Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;

Teklifine göre ,mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.

Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.

Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu]]>