Yorum: #1
02-08-2013, 13:36
'Medeni' Avrupa'nın
1500'lü yıllarından hayli enterasan bilgiler
ve hatta bazı deyimlerin çıkış noktaları...
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken
suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse
eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün,
1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu.
Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar,
Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı.
Ama yine de kokmaya başladıkları için
gelinler vücutlarından çıkan kokuyu
bastırmak amacıyla ellerinde
bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş
büyük bir fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma
imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler,
daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve
en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu.
Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde
gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü.
İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de
atmayın' (Don't throw the baby out with
the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış
kamıştan yapılıyor, kamışların altında
tahta bulunmuyordu.
Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer
olduğu için bütün kediler, köpekler ve
diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler)
çatıda yaşıyordu.
Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor
ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı
düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor'
(It's raining cats and dogs) deyimi buradan
gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri
engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin
yatakların içine düşmesi büyük bir
sıkıntı oluşturuyordu.
Etrafında yüksek direkler ve
üstünde örtü bulunan İngiliz usulü
yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı.
Sadece zenginlerin zemini,
topraktan başka bir şeyden yapılmıştı.
"Toprak kadar fakir" (dirt poor) tabiri
buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı.
Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu.
Bunu önlemek için yere saman (thresh)
seriyorlardı.
Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.
Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman
dışarıya taşıyordu.
Buna mani olmak üzere kapının altına
bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı
'thresh hold' (saman tutan;
Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman
ateşin üzerine asılı durumdaki büyük
bir kazanın içinde yapılıyordu.
Her gün ateş yakılıyor ve kazana
bir şeyler ilave ediliyordu.
Çoğu zaman sebze yeniyor,
et pek bulunmuyordu.
Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor,
gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar
ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.
Bazen bu yahni çok uzun süre
kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak,
bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük'
(peas porridge hot, peas porridge cold,
peas porridge in the pot nine days old)
tekerlemesinin menşei budur.
Bazen domuz eti buluyorlar,
o zaman çok seviniyorlardı.
* Eve ziyaretçi gelirse
domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.
Birisinin eve domuz eti getirmesi
zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça
keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı.
Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat)
adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından
yapılmış tabaklar alabiliyordu.
* Domatesler buna sık sık sebep olduğu için
bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış
tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı.
Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten
yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki
uzun zaman kullanılabiliyordu.
Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için,
içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.
Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen
insanların ağızlarında 'tabak ağzı'
(trench mouth) denen hastalık
ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.
İşçiler yanık olan alt kabuğu,
aile orta kısmı, misafirler de
üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler
kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen
birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.
Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp
defnetmek için hazırlık yapıyordu.
Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının
üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp
yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına
bakıyordu.
Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi,
insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.
Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri
bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden
kullanıyorlardı.
Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde
iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.
Böylece insanların diri diri gömüldüğü
ortaya çıktı.
Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine
bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak
bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu
mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık
nöbeti (graveyard shift) denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur
(saved by the bell) bazıları da
'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
* Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin
yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları
kesin olarak yasaklanmıştı.
Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla
süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış,
Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde
''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli
kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı.
Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde
birden fazla banyo yapan insanlar
cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da
lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti
17. yüzyıla kadar sürdü.
Fransa krallarından 14.Louis,
gününün belli bir zamanını lazımlığında
oturarak geçirir, devlet işlerini de
buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler,
lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma
adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki
bir konağa gönderilmişti.
19. yüzyıla gelindiğinde,
kesin olarak tuvalet kullanma sözü
vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına
izin verilmişti...
1500'lü yıllarından hayli enterasan bilgiler
ve hatta bazı deyimlerin çıkış noktaları...
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken
suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse
eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün,
1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu.
Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar,
Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı.
Ama yine de kokmaya başladıkları için
gelinler vücutlarından çıkan kokuyu
bastırmak amacıyla ellerinde
bir buket çiçek taşıyordu.
* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş
büyük bir fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma
imtiyazına sahipti.
Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler,
daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve
en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu.
Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde
gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü.
İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de
atmayın' (Don't throw the baby out with
the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.
* Evlerin çatıları üst üste yığılmış
kamıştan yapılıyor, kamışların altında
tahta bulunmuyordu.
Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer
olduğu için bütün kediler, köpekler ve
diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler)
çatıda yaşıyordu.
Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor
ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı
düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor'
(It's raining cats and dogs) deyimi buradan
gelmektedir.
* Yukarıdan evin içine düşen şeyleri
engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin
yatakların içine düşmesi büyük bir
sıkıntı oluşturuyordu.
Etrafında yüksek direkler ve
üstünde örtü bulunan İngiliz usulü
yataklar buradan gelmektedir.
* Zemin topraktı.
Sadece zenginlerin zemini,
topraktan başka bir şeyden yapılmıştı.
"Toprak kadar fakir" (dirt poor) tabiri
buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı.
Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu.
Bunu önlemek için yere saman (thresh)
seriyorlardı.
Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.
Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman
dışarıya taşıyordu.
Buna mani olmak üzere kapının altına
bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı
'thresh hold' (saman tutan;
Türkçesi "eşik") idi.
* Yemek pişirme işlemi her zaman
ateşin üzerine asılı durumdaki büyük
bir kazanın içinde yapılıyordu.
Her gün ateş yakılıyor ve kazana
bir şeyler ilave ediliyordu.
Çoğu zaman sebze yeniyor,
et pek bulunmuyordu.
Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor,
gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar
ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.
Bazen bu yahni çok uzun süre
kazanda kalıyordu.
'Bezelye lapası sıcak,
bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük'
(peas porridge hot, peas porridge cold,
peas porridge in the pot nine days old)
tekerlemesinin menşei budur.
Bazen domuz eti buluyorlar,
o zaman çok seviniyorlardı.
* Eve ziyaretçi gelirse
domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.
Birisinin eve domuz eti getirmesi
zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça
keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı.
Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat)
adı veriliyordu.
* Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından
yapılmış tabaklar alabiliyordu.
* Domatesler buna sık sık sebep olduğu için
bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
* Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış
tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar
kullanıyorlardı.
Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten
yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki
uzun zaman kullanılabiliyordu.
Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için,
içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.
Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen
insanların ağızlarında 'tabak ağzı'
(trench mouth) denen hastalık
ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.
İşçiler yanık olan alt kabuğu,
aile orta kısmı, misafirler de
üst kabuğu alırdı.
* Bira ve viski içmek için kurşun kadehler
kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen
birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.
Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp
defnetmek için hazırlık yapıyordu.
Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının
üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp
yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına
bakıyordu.
Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
* İngiltere eski ve küçük bir yerdi,
insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.
Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri
bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden
kullanıyorlardı.
Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde
iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.
Böylece insanların diri diri gömüldüğü
ortaya çıktı.
Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine
bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak
bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu
mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık
nöbeti (graveyard shift) denirdi.
Bazıları zil sayesinde kurtulur
(saved by the bell) bazıları da
'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.
İlginç bir kaç bilgi daha:
* Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin
yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları
kesin olarak yasaklanmıştı.
Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla
süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış,
Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde
''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli
kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı.
Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde
birden fazla banyo yapan insanlar
cezaevine gönderiliyordu.
* Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da
lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti
17. yüzyıla kadar sürdü.
Fransa krallarından 14.Louis,
gününün belli bir zamanını lazımlığında
oturarak geçirir, devlet işlerini de
buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler,
lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma
adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki
bir konağa gönderilmişti.
19. yüzyıla gelindiğinde,
kesin olarak tuvalet kullanma sözü
vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına
izin verilmişti...