Yorum: #1
12-21-2009, 15:37
Seninle Döllendi Yüreğim
-Yusuf’ un kanlı gömleğindeyken acımın rengi
Yakup’ un gözlerinde kördü sağanaklar-
Omuzlarımda kelebek ömürlü kadınlar varken
saçlarımda eski İstanbul ıslaklığıydı tırnakların
kaldırımlarında ela öpücükler yakalanırken Arnavut köy’ ün
çok eskidendi dudaklarındaki ilk çocuk doğmuşluğu
yüreğimde çarşafa bürünmüşken ergenliğim
mum ışığında yaktılar beni
kül kokusuna damlamaya mecbur olan suretim
zehir keskinliğine esir korkular peydahladı
bıçağın iki yüzüydük
ikiz elemler bıraktık düştüğümüz yere
ben saçlarına bile kıyamadım leyli
kendi sapını kesemezdi çünkü bıçak
hayat ince bir dantel ipliğinde büyürken
attığım her oltada kuzey rüzgârlarının sesiydi ömrüm
balkonunda buz yumruları barındıran
çocukluğum asma tavanlı kır eviydi lâkin
gelincik tabutları taşınırdı baharın kollarında
mavi gözlü titrek gecelerin nihalesiyken toprak
üşüyen bir alevin tortusunda çıraydı yalnızlığım
ama sustukça tutuşmayı sevdi nargile yüreğim
cayır cayır yandıkça büyüdü kahırlar
sol kanadımda konstantin yumruğu …
ah sevdanın damıtılmış nar tanesi
Nemrut’a basan ayağımda tuzlu bir Erciyes hasreti
Sarıkamış’ta kar entarili ölülere yakılan ağıt
dudaklarımızda Ağrı dağı efsanesi
omzumda mehteran tokmağı bil ruhunu
Estergon atlıları gibi koştururken kulağımda sesin
kuşat beni/ senin bayrağını bekler kalelerim
ey Anadolu ömürlü sevgili
soluğumda iktidara soyunurken nefsim
aramızda yüz görümlüğü olmamalı ayrılık
unutma/ yirmi dört ayarsın arasta kanatlarımda
ve omuzlarımda kelebek ömürlü kadınlar varken
seninle döllendi yüreğim zamanın ıssızında!
-Yusuf’ un kanlı gömleğindeyken acımın rengi
Yakup’ un gözlerinde kördü sağanaklar-
Omuzlarımda kelebek ömürlü kadınlar varken
saçlarımda eski İstanbul ıslaklığıydı tırnakların
kaldırımlarında ela öpücükler yakalanırken Arnavut köy’ ün
çok eskidendi dudaklarındaki ilk çocuk doğmuşluğu
yüreğimde çarşafa bürünmüşken ergenliğim
mum ışığında yaktılar beni
kül kokusuna damlamaya mecbur olan suretim
zehir keskinliğine esir korkular peydahladı
bıçağın iki yüzüydük
ikiz elemler bıraktık düştüğümüz yere
ben saçlarına bile kıyamadım leyli
kendi sapını kesemezdi çünkü bıçak
hayat ince bir dantel ipliğinde büyürken
attığım her oltada kuzey rüzgârlarının sesiydi ömrüm
balkonunda buz yumruları barındıran
çocukluğum asma tavanlı kır eviydi lâkin
gelincik tabutları taşınırdı baharın kollarında
mavi gözlü titrek gecelerin nihalesiyken toprak
üşüyen bir alevin tortusunda çıraydı yalnızlığım
ama sustukça tutuşmayı sevdi nargile yüreğim
cayır cayır yandıkça büyüdü kahırlar
sol kanadımda konstantin yumruğu …
ah sevdanın damıtılmış nar tanesi
Nemrut’a basan ayağımda tuzlu bir Erciyes hasreti
Sarıkamış’ta kar entarili ölülere yakılan ağıt
dudaklarımızda Ağrı dağı efsanesi
omzumda mehteran tokmağı bil ruhunu
Estergon atlıları gibi koştururken kulağımda sesin
kuşat beni/ senin bayrağını bekler kalelerim
ey Anadolu ömürlü sevgili
soluğumda iktidara soyunurken nefsim
aramızda yüz görümlüğü olmamalı ayrılık
unutma/ yirmi dört ayarsın arasta kanatlarımda
ve omuzlarımda kelebek ömürlü kadınlar varken
seninle döllendi yüreğim zamanın ıssızında!