Yorum: #1
07-15-2010, 23:15
Sağlıklı Yaşam ve Üreme (Dr.Murat Berksoy)
Üreme sağlığı konusunun her yönüyle değerlendirilmesi gerekir. Bu bölümde sizinle bazı metabolik sorunların üreme fonksiyonları üzerindeki etkileri ve başa çıkma yollarıyla ilgili bilgi paylaşımında bulunmak istiyorum. Bu sebepten dolayı en azından okumaya başladığınız bu bölüm için elinizdeki çikolatayı bırakıp, kendinize mevsim meyvelerinden hazırlanmış bir tabak hazırlarsanız, bu kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir; hadi artık, vedalaşın elinizdeki çikolatayla. Üreme sağlığı her ne kadar kadını ve erkeği birlikte ilgilendiren bir kavramsa da kadınlar için hayatlarını doğrudan etkileyen bir öneme sahiptir. Gebelik, doğum ve düşüğe bağlı sağlık sorunları birebir kadınları etkilemektedir. Beslenme ve metabolizmayla ilgili sorunların kadınların yumurtalıkları ve erkeklerin spermleri üzerindeki olumsuz etkisi her geçen gün daha iyi bilinmektedir. Düzensiz beslenme, kalitesiz hayat ve hareketsizlik, erkekte sperm sayı ve kalitesini azalttığından gebe kalmada güçlüğe ve tekrarlayan düşüklere neden olabilir. Çocuk sahibi olmaya karar veren çiftlerin gebe kalmaya yardımcı tedaviler öncesinde bu konularda da danışmanlık alması gerekmektedir. Uygun bir beslenme tarzı ve yeterli kilo alımı, annenin sağlığı ve bebeğinin ideal gelişimi açısından son derece önemlidir. Annenin kilo artışı ile bebeğin doğum kilosu arasında her zaman doğru bir ilişki yoktur. Sakın hamileliğinizde kişi sayısı kadar beslenmeye kalkmayın; birkaç kişilik beslenmeyi unutun. Kilolu kadınların hamilelik süresince daha az, zayıf kadınlarınsa daha fazla kilo alması uygundur. Stres, her alanda olduğu gibi üreme sağlığında da olumsuzluklar yaratır. En kolay stres giderici değişiklik, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını kazanmak ve yeterli egzersizdir. Kişiye özgü sağlıklı beslenme eğitimi ve rehberliği yapılması çiftlerin gebe kalma şansını arttırabilir. Şimdi infertilitede karşılaştığımız bazı hastalıklarla metabolik değişimler arasındaki ilişkilerden ve bunlara karşı neler yapabileceğimizden bahsetmek istiyorum.
POLİKİSTİK OVER SENDROMU (PCOS)
Üreme çağında olan kadınlar için PCOS, insülin seviyelerinin artmasına bağlı olarak meydana gelen hormonal düzensizlikler sonucu infertiliteye yol açan ciddi bir hastalıktır. Daha önceki bölümlerde de bahsi geçen bu hastalık, infertilite sorunu içinde sıkça rastladığımız ve çocuk sahibi olmanın dışında da birçok sıkıntıya neden olduğu için farklı, metabolik boyutuyla bu bölümde tekrar ele alacağım bir hastalıktır. Anormal vajinal kanama, infertilite, şişmanlık, aşırı kıllanma, saç dökülmesi ve sivilcelenme şikâyetleri bu hastalıkta yaşanabilir. Klinik ve hormonal değişikliklerle birlikte, bunlara ek olarak ultrasonografide artmış sayıda küçük folikül kistlerine rastlanır. PCOS�n en önemli belirtilerinden birisi, kanda insülin direnci ve bununla birlikte görülen artmış açlık kan insülin seviyesidir (hiperinsülinemi). Bu durum androjenlerde (erkeklik hormonları) yüksekliğe sebep olur, bu da beyinde yumurtalıkların görevini kontrol eden merkezin durumunu bozarak yumurtlamama, adet görememe ve infertiliteye sebep olabilir. PCOS�u bir hastada uygulanacak infertilite tedavisinde eğer fazla kilo tespit edersek öncelikle hastanın kilo vermesini sağlamak, yumurtlama tedavisi veya tüp bebek tedavisini bundan sonraya ertelemek isteriz. İnfertilite dışındaki diğer problemler erkeklik hormonlarını azaltan ilaçlarla yapılmaktadır. Bu iki tedavi birbirinden bağımsız olarak hastanın önceliklerine göre planlanır. PCOS�a şeker, kalp ve rahim zarı hastalıklarına yatkınlık da artar. Şeker hastalığında gebelik kayıpları oldukça yüksektir. Uygun beslenme alışkanlıkların hastaya kazandırılmasının, yeterli egzersizin, insülin etkinliğini arttıran ilaçların kullanılmasının ve iyi metabolik kontrollerin gebe kalma şansını arttırdığı gibi sağlıklı bir bebek doğurma şansını da arttırdığını biliyoruz. İnsülin direnci saptanan PCOS hastalarında insülin duyarlılığını arttırmak için kullanılan ilaçlardan bazıları mide ve bağırsak sorunlarına yol açabilmektedir. Yan etkiler ilacın başlangıç dozunu azaltarak ve ilacın yemekle birlikte alınmasını sağlayarak en aza indirilebilir.
devamı: FORUM SUPERMEYDAN http://www.supermeydan.net/forum/forum51...67917.html
ŞİŞMANLIK (OBEZİTE)
Obez olmak birçok olumsuzluğun içinde kadınlarda doğurganlığı da azaltabilir. Fazla kilo gebelik sırasında da riskleri artırabilir. Vücut kitle indeksi, kilonun boya göre değerlendirildiği bir ölçüdür ve obezitenin tanımı yapılırken bu değerlendirme göz önünde bulundurulur. Vücut kitle indeksi 25-29,9 arasındaysa fazla kilolu, 30�n üzerindeyse obez olarak sınıflandırılır. Bununla ilgili çizelgeyi kitabın ekler bölümünde bulabilir ve kendinizle ilgi değerlendirmeyi kolayca yapabilirsiniz. Şişmanlığın doğurganlığa olumsuz etkileri arasında adet düzensizliği, infertilite ihtimalinde artış ve buna bağlı yapılabilecek muhtemel cerrahi işlemler sırasında komplikasyon riskinde artış, düşük riskinde artış, üremeye yardımcı tedaviyle gebelik şansının azalması olarak sıralanabilir. Şişmanlığın gebelik sağlandıktan sonra da gebelik boyunca yaratacağı olumsuzluklar vardır; yüksek tansiyon, şeker hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu, bebekte doğumsal şekil bozukluğu, fazla kilolu bebek nedeniyle müdahaleli doğum, erken doğum nedeniyle prematürite, doğum süresinin uzaması, doğum sonrası kanama miktarının artışı, kesi yerlerinde enfeksiyon gibi. Zayıflamayla bu saydığım riskleri azaltmak mümkün olacaktır. Kilo verilmesi için profesyonel bir danışmanlığa ihtiyaç vardır.
AŞIRI ZAYIFLIK
Obezitenin diğer ucunda da aşırı zayıflık durmakta ve bu durum da istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Adet düzensizliği, yumurtlama bozukluğu gibi sorunlar aşırı zayıflıktan kaynaklanarak infertiliteye sebep olabilir. Vücutta yağ oranı, kadınlarda normalde yüzde 20-29 arasındadır. Beslenme bozukluğu sonucu aşırı zayıf olan kadınlarda adet düzensizliğine sık rastlanır, düzensiz kanamalar, yumurtlama bozukluğuyla birlikte seyreder. Benzer durum atletler, yüzücüler gibi ağır spor yapanlarda da sık görülür. Sağlıklı beslenmeyle yağ oranları ve kiloları düzeldiğinde bu kişilerin gebe kalma şansları artar. Vücudun, normal ağırlığının 10-15 kilo altında olmasına zayıflık, 15-20 kilonun altında olmasına ciddi zayıflık denir. Genelde zayıflığın sebebi kalıtımsal olsa da hormonal düzensizlik de önemli yer tutar. Tiroid hormonlarının aşırı salgılanması (hipertiroidi) metabolizmayı hızlandırarak besinlerin daha hızlı yakılmasına yol açar. Sonuçta kilo alınamaz ve yumurtlama fonksiyonları üzerine olumsuz etki yaratır. Aşırı derecede zayıflık cildin kırışmasına ve daha çabuk yaşlanmasına neden olur. Yeterli beslenilmediği için bağırsaklardan kana geçen besin maddeleri organlar için de yeterli olmaz. Vücut gerekli vitaminleri ve mineralleri karşılamadığında sinir sisteminde bozukluklar ve yorgunluk ortaya çıkar. Kansızlık yetersiz beslenmenin sonucu gelişebilir. Sanıldığının aksine sadece kilolularda değil, zayıf kişilerde de sigara veya alkol tüketimi de varsa kalp-damar hastalıklarına yakalanma riski yükselir. Bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucunda hastalıklara karşı direnç düşer. Bu sorunu çözebilmek için öncelikle zayıflığın sebebini ortaya koymak gerekir. Eğer zayıflık hormonal bozukluktan kaynaklanıyorsa tedavide hormonal sistemin düzene sokulması yeterli olacaktır. Parazit gibi enfeksiyöz bir sebep saptanırsa ağızdan alınan ilaçlarla tedavi edilir. Eğer yanlış beslenmeden kaynaklanıyorsa beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gerekir. Zayıf kişiler için sofra düzeni, yemeğin ısısı, içeriği çok önemlidir. Kişinin günlük enerji ihtiyacı saptandıktan sonra ek kalori hesaplanarak beslenme listesine eklenir. Bu yüzden, ilk önce beslenme alışkanlığı saptanır. Öğünler artırılır ve üç ara üç ana öğün olarak düzenlenir. Ara öğünlerin içeriği besin değeri yüksek yiyeceklerden oluşmalıdır. Enerji daha çok karbonhidratların çoğaltılmasıyla sağlanmalıdır. Yağlarda yapılan artış bulantıya sebep olmaktadır. Proteini daha yüksek vermek mümkün olmakla beraber bazı aminoasitlerin serotonini arttırmalarıyla iştahsızlık oluşabilir. Bu yüzden proteini daha fazla arttırmak olumsuz etki yapar. Diyetin vitamin ve mineral içeriği zengin olmalıdır. Özellikle B grubu vitaminler yoğun verilmelidir. Bu gruptaki vitaminler iştah artışı sağlarlar. Diyetin en önemli özelliklerinden birisi de hacim yönünden az, besin kalitesi yönünden zengin besinlerden oluşturulmasıdır.
ŞEKER HASTALIĞI (DİYABET)
Diyabet toplumda sık görülür ve ciddi sonuçlara yol açar. Pankreasın ürettiği insülinin yetersizliği veya etkisizliğinden kaynaklanır. İnsülin olmayınca, besinlerle alınan şeker ve diğer besin unsurları, ihtiyaç duyan hücrelerin içine giremez. Böylelikle, hücreler şekersizlik çekerken, kanda şeker normal değerlerin üstüne çıkar. Kanda şekerin çok artması �ehir�etkisi yaratır ve vücudun bütün hücrelerini tahrip eder. Tahribatın etkilemediği organ neredeyse yok gibidir. Üreme organları ve hücreleri de bu durumdan etkilenir. Gebelikte ortaya çıkan diyabet çoğunlukla doğumdan sonra geçer. Gebeliğin 25-28. haftalarında yapılan tarama testlerinde saptandığında diyet, egzersiz ve gerekirse insülinle kan şekeri kontrolü sağlanır.
REAKTİF HİPOGLİSEMİ (DÜŞÜK ŞEKER)
Hipoglisemi, kişinin hayat kalitesini bozan bir hastalıktır. Kan şekerinin düşmesine bağlı, terleme, baygınlık hissi, çarpıntıyla karakterize edilir. Genellikle uzun süreli açlığı takip eden çok miktarda, hızlı tüketilen ve bol karbonhidratlı besinlerden sonra ortaya çıkar. Tedavi, uygun bir diyet programıyla sabah, öğlen, akşam düzenli beslenme, öğün aralarında kepekli bisküvi, sandviç, uyumadan önce de bir bardak süt, birkaç bisküvi tüketmekle sağlanabilir. Meyvenin içinde meyve şekeri fruktoz vardır ki bu reaktif hipoglisemi atağını başlatabilir. Bu nedenle kepekli ekmek, bisküvi gibi posalı yiyeceklerin tüketilmesi daha uygun olur. Hipoglisemide acıkmaya değil, saate bağlı yeme modeli olmalıdır. Açlık ortaya çıkmışsa hastalığın kontrolü zorlaşır. Hipogliseminin tedavisinde öğün araları beş saatten iki buçuk saate indirilir. Bu modelle hastanın hem açlık atakları olmaz, hem şişmanlamaz, hem de psikolojik sorunlar çıkarmaz. Ayrıca, diyet programını egzersizle desteklemek gerekir. Herhangi bir öğünde yiyecek olarak belli standartların altına inilirse, sık acıkma atakları olur ve yüksek kalorili yiyecekler alınır. Hipoglisemide temel sorun açlıktır ve bu kontrol altına alınmalıdır. Her yiyeceğin yemek sonrası kan şekerini yükseltme hızları farklıdır. Bu yiyeceklerin kan şekerini yükseltme hızlarına �lisemik indeks�adı verilir. Genellikle posalı yiyeceklerin glisemik indeksleri düşüktür. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur, kepekli ekmek, elma, armut, portakal gibi yiyeceklerin glisemik indeksleri düşük; beyaz ekmek, patates, pirinç, havuç, muz, kavun ve üzümün glisemik indeksleriyse yüksektir. Glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler, kan şekerini de hızla yükseltirler. Kurutulmuş meyveler de (kuru üzüm, kuru kayısı, kuru erik) kan şekerinizi hızlı yükseltirler. Bu yüzden, diyette kurutulmuş meyvelere ve glisemik indeksi yüksek olan diğer yiyeceklere daha az yer verilir.
DİOKSİNLER
Beslenme önerilerine geçmeden dioksinler hakkında kısa bir dertleşme yerinde olur. Dioksinler en toksik klorlu organik bileşikler olarak kabul edilmektedirler. Aynı zamanda inatçı, kararlı yapıları nedeniyle doğada çok uzun süre boyunca kalırlar. Çok ufak miktarlarda da olsa daima doğal yollardan oluşmaktadırlar. Ancak bugün, endüstriyel kaynaklardan oluşan miktarları, doğal yollardan oluşumlarının bir hayli üzerindedir. Bu da dioksinler ve furanların doğal ortamda bulunan konsantrasyonlarının yüzlerce yıl öncesine oranla çok daha fazla olmasıyla sonuçlanmaktadır. Dioksinler ve furanlar çevrede çok uzun süre kalıcı olmalarının yanında yağda çözünmektedirler. Bu nedenle, hayvanların vücutlarında birikerek çoğalırlar ve uzun yıllar boyunca kalırlar. Günümüzde insanlar her gün belli miktarda dioksine maruz kalmaktadır. En toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin�ir (2,3,7,8-TCDD). Bu grubun toksikolojik modeli olarak kullanılmaktadır ve çok geniş bir şekilde incelenmektedir. Araştıma sonuçlarına göre, dioksin kanser yapmasının yanında, sinir, bağışıklık ve üreme sistemlerine (sperm sayısında azalma dahil) zarar verebilmekte, doğmamış bebeklerde sakatlıklara sebep olabilmekte, endokrin sistemini bozabilmekte, kadınlarda endometriozis ve daha birçok olumsuz etkiye neden olabilmektedir. Çoğu dioksin az oksijen içeren ortamlarda, klor varlığında (örneğin, sofra tuzundan) organik maddelerin yanmasıyla oluşur. Hemen hemen bütün hayvan yağları az miktarda dioksin içerir. Prensipte bitkisel yağlar hiç dioksin içermezler. Son on yılda toplanan verilere göre, dünya çapında dioksin kirlenmesi bütün insan nüfusunun sağlığı açısından uzun vadeli bir tehdit oluşturuyor. Özellikle, ufak dozlarda dioksinin vücut hormonlarını etkilemesi sonucu kısırlık, sorunlu çocuk gelişimi, bağışıklık sisteminde zayıflama ve kanser gibi ciddi sorunlar meydana getirebilir. Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu nedenle, dioksinler bilinen bütün kimyasal kirleticiler içinde �ormon bozucular�dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu bildirilmektedir. Dioksinler şu anda çevrede ve besin zincirinde baştan sona bulunmaktadır. Özellikle süt ürünleri, et, balık ve yumurta gibi yağlı yiyecekler yoluyla hepimizin günlük diyetlerinde bulunmakta ve bu şekilde hepimiz maruz kalmaktayız. Doğal beslenme kaynaklarına dönmek bile bazen çevremizi bu derece sarmış olan toksik ajanlardan kurtulmamıza yetmeyebilir.
SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİ
Sağlıklı büyüme ve gelişme için yeterli ve dengeli beslenme şarttır. Yetersiz ve dengesiz beslenme vücut direncini azalttığından hastalıklara yakalanma ihtimali artmakta ve hastalıklar ağır seyretmektedir. Sağlıksız beslenme alışkanlıklarının yanı sıra hareketsiz yaşam biçiminin de şişmanlıkta payı büyüktür. Eğer vücut çok fazla yağ biriktirirse fazla kilolar ortaya çıkar. Fazla kaloriler, yağ olarak bel ve kalçalarda depolanır. Bu kilo alma işlemi yıllar boyu sürebilen bir süreçtir. Kilonuzu sağlıklı değerlerde muhafaza etmenizin, kendinizi iyi hissetmenizin yanı sıra, kalp ve damar hastalıkları ve şeker hastalığına yakalanma riskinizi önemli ölçüde azaltmak gibi diğer olumlu etkileri de olacaktır. Kilonuzun sağlıklı sınırlar aralığında olup olmadığını anlamak için başlangıçta bahsettiğim Vücut Kitle İndeksi (VKE) denen standart bir metot vardır. VKI değeriniz 18,5�n altındaysa biraz kilo almanız gerekebilir. VKI değeriniz 20-25 arasındaysa tebrikler; sağlıklı kilodasınız. VKI değeriniz 25-30 arasındaysa biraz kilo vermeniz yararlı olacaktır. VKI değeriniz 30�n üzerindeyse sağlıklı kilonuza kavuşana kadar kilo vermeniz çok yararlıdır. Sağlıklı kiloda olup olmadığınızı anlamak için bel çevresi ölçüsü de önemlidir. Erkeklerde 102 cm., kadınlardaysa 88 cm.�en fazla çıkan bireylere kilo vermeleri önerilir. Bel çevresi ölçünüz erkeklerde 94-102 cm., kadınlarda 80-88 cm. aralığındaysa kilonuzu muhafaza etmeniz sağlık açısından önemlidir. Hedef kilonuza ulaşana dek haftada yarımla bir kilo arasında kilo vermeyi hedefleyin. Biraz zamanınızı alabilir, fakat sabırlı olmalısınız. Kilo vermenin en doğru yolu, yeme ve içme alışkanlıklarınızı değiştirerek fiziksel aktivitenizi arttırmak olacaktır. Arabayla gitmek yerine, yürüyerek ulaşabileceğiniz her yere yürüyün. Asansör yerine merdivenleri kullanın. Otobüsten, dolmuştan, servisten erken inin ve yürüyün. Eğer fırsat bulursanız, yüzme, dans veya tenis gibi yeni bir aktivite deneyin. Öğün atlamamaya çalışın. Günde 3 öğün yemek yiyin ve aralarda acıkırsanız taze meyve gibi sağlıklı ara öğünleriniz olsun. Şok diyetler yapmak veya öğün atlamak kilo verip bunu korumanın iyi birer yolu olmayacaktır. Bol meyve ve sebze tüketin. Lif açısından zengin olan tam buğday ekmeği ve tam buğday pirinç ve kepekli makarnaları tercih edin. Daha az hayvansal yağ tüketin. İnce kesilmiş bonfile biftek gibi yağsız et dilimlerini tercih edin. Etten görebildiğiniz yağları ve tavuğun derisini ayırın. Daha az hazır bisküvi, pastane ürünü ve kek tüketin. Doymamış yağ oranı yüksek yağları kullanmaya özen gösterin. Yemek pişirirken, katı yağlar yerine, ay çiçek yağı, mısırözü veya zeytinyağı gibi bitkisel yağları tercih edin. Yağsız veya yarım yağlı süt, az yağlı yoğurt ve az yağlı peynir gibi, düşük yağ içeren günlük süt ürünlerini tercih edin. Bol bol sıvı, özellikle de su için. Ucuzdur, kalorisizdir ve midenize doluluk hissi verir! Günlük hedefiniz 8-10 bardak su içmek olsun. Ne kadar alkol tükettiğinize dikkat edin. Alkollü içecekler çok kalorilidir ve şişmanlatıcı yiyeceklere olan iştahınızı arttırır. Size kitabın sonunda besinlerin değişim listesiyle ilgili detaylı tablolar vereceğim, dilerseniz bunlara da göz atabilirsiniz. Yeterli ve dengeli beslenme, besinlerin vücudunuzun gereksinimi kadar enerji, karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineralleri sağlayacak miktarlarda alınmasıdır. Besinler; 1) et, yumurta, kuru baklagiller, 2) süt, yoğurt, peynir, 3) sebze ve meyveler, 4) ekmek ve tahıllar olmak üzere 4 ana gruba ayrılmaktadır. Her grubun içerdiği besin öğeleri miktarı farklıdır. Yeterli ve dengeli beslenmek için her gruptan belirli miktarlarda tüketilmesi gerekmektedir. Yaş ve fiziksel aktivite durumuna göre tüketilmesi gereken miktarlar değişmektedir. Beslenme hiçbir zaman karın doyurma anl***** gelmemelidir. Besinlerin bileşiminde değişik miktarda �esin öğesi�dediğimiz kimyasal moleküller bulunmaktadır. İnsanın büyüme, gelişme ve sağlıklı olarak hayatını sürdürebilmesi için kırktan fazla türde besin öğesine gereksinimi vardır. İnsanların gereksinimi olan bu besin öğelerini altı grupta toplayabiliriz; karbonhidratlar, proteinler, yağlar, vitaminler, mineraller ve su.
YAŞAM BİÇİMİ VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Vücudumuz farklı enfeksiyon ve toksik ajanlarla savaşmak için bağışıklık sistemine sahiptir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserden ve çevresel zararlardan korur, iyileşmeyi çabuklaştırır. Bağışıklı sistemimizi zayıflatan faktörlerden kaçınmaya çalışmak, örneğin bizi strese sokan faktörlerden olabildiğince uzakta kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, düzenli spor yapmak, bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır. Ama zaman zaman bu destekler de yetersiz kalır ve dışardan bağışıklık sistemimizi güçlendirici yardımlar da almak durumunda kalabiliriz. Bağışıklık sisteminin dengelenmesinde sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme önemli bir yer tutar. Yiyecekler yendikten sonra vücuda enerji vermek için oksijenle yanarlar, yanma sırasında zararlı maddeler olan serbest radikaller oluşur. Çoğalan serbest radikaller, vücudun bütün hücre ve organlarına zarar vermeye başlarlar. Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı ultraviyole ışınları veya alkolün vücuda girmesi, stres vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur. Bunun dışında çevredeki hava kirliliği, ultraviyole ışınları, radyasyon, egzoz gazları, sigarı dumanı, vb. gibi birçok faktör hücrelerimizi etkileyerek serbest radikalleri çoğaltır. Vücutta serbest radikallerin çoğalması kalp hastalığı, kanser, katarakt, yaşlanma ve infertilite gibi sağlık sorunlarını daha çabuk ortaya çıkarır. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için vücudumuz serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirir. Vücutta üretilen bazı enzimler, serbest radikallerden kurtulmamızı sağlar, yanmayı önleyen anti-oksidan maddeler enzim miktarını artırır ve böylece savunma mekanizması güçlenir. Anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini, beta-karoten, selenyum, bazı protein bileşikleri, isoflavinlerdir. Bu anti-oksidanları içeren besinleri günlük beslenmemiz içerisinde bol miktarda tüketmeliyiz. Omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta, cevizde bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalardan aldığımız arginin aminoasidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek gıdalar arasında beta-glukan, echinacea, probiyotikler, izozomlar ve yeşil çay gibi doğal maddeler de yer alır. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın en iyi yolu sağlıklı bir hayat tarzıdır. Besin öğelerinin organizmaya yeterli ve dengeli miktarda sunulması, kilo kontrolü için düzenli ve ağır olmayan kişiye özel bir egzersiz programı, sağlıklı ruh hali içinse düzenlenmiş sosyal hayat ve kontrol edilebilen stres her birey için sağlığa giden yoldur. Birçok kişi diyet yaptığında bireysel olarak ne kazanacağının farkında değildir. �ilo vermek benim ne işime yarayacak�sorusuna gerçekçi cevaplar bulunması önemlidir. Birçok kişi, başka etkenler tarafından koşullandırıldığı görüntüyü görmek için diyet yapar, oysa kişisel amaç yoksa sonuç alınmaz. Diyet yapmak stres verici bir iştir. İnsan kendisini bir haz objesine karşı kısıtlaması, psikolojik çatışma doğurur. Bu yüzden, hayatınızda stresin arttığı durumlarda diyete başlamak iyi bir zamanlama olmayacaktır. Diyet esnasında kendinizi başka diyet yapanlarla kıyaslamak doğru olmayacaktır. Kendinize ulaşabileceğiniz, size uygun olan hedefler seçmelisiniz. Doktorunuzla iyi bir ilişki kurmaya çalışın, belli aralıklarla doktorunuza uğramayı ihmal etmeyin. İnsanların kilo alması basit bir gelir-gider dengesiyle ilişkilidir. Aldığınız kaloriler, harcadığınız kaloriden fazlaysa kilo almaya başlarsınız. Gazete ve dergilerde zaman zaman mucizevi diyetler yayınlanır. Bu diyetler kısa vadede işe yarasa bile uzun vadede kendinizi tekrar eski halinizde bulabilirsiniz. Diyet yapan bir kişi beslenme alışkanlıklarını uzun vadede değiştirmelidir. Kısa vadeli çözümler yerine kalıcı çözümlere ihtiyaç vardır. Duygusal yaşantılarımız ile yemek yeme davranışımız yakın bir ilişki içindedir. Yalnızlık, endişe, sıkıntı, öfke, üzüntü, bazen de sevinçten dolayı yemek yeriz. Duygusal yoğunluğumuz, yediğimiz yemeğin süresini ve miktarını tayin edebilir. Duygularımızı yeme davranışıyla bastırmak ve organizmamızı duygusal gerilimden kurtarmak için yeme davranışına yönelmemiz çok eski bir alışkanlığımızdır. Duygularınızın farkına varmanız, farklı duygularınızı ayırt edebilmeniz ve bu duygularınızı yiyerek değil, konuşarak ifade etmeniz beslenmenizi olumlu yönde etkilemektedir. Sanki az öneride bulunmuşum gibi size birkaç öneri daha:
devamı: FORUM SUPERMEYDAN http://www.supermeydan.net/forum/showthread.php?t=67917
�Alışveriş sırasında davranışlarınızı kontrol edin. Yemekten sonra alışverişe çıkın, yalnızca besleyici ve az kalorili gıdalar alın. Alışverişe gitmeden önce liste hazırlayın ve listenin dışına çıkmayın, arabayla gidiyorsanız uzak bir yere park edip yürüyün. Yağlı ve şekerli gıdalara fazla yüklenmeyin. Hazırlama gerektirmeden hemen yenebilecek hazır gıdaları almaktan kaçının. �Plan yapma alışkanlığı edinin. Gıda tüketiminizi sınırlamayı planlayın. Canınız bir şeyler yemek istediği zaman onun yerine egzersiz yapın, dikkatinizi başka işlere verin. Öğün atlamayın ve öğünlerinizi belirli zamanlarda yiyin. �Gıdayla ilgili davranışlarınızı kontrol edin. Yiyecekleri gözünüzden uzak yerlerde bulundurun. Bütün gıdalarınızı aynı yerde yiyin ve yemek yerken büyük tabak yerine küçük tabak tercih edin. Otomatik hale gelmiş ya da alışkanlık halini almış yemek yeme şekillerinden uzak durun. �Sosyal destek alın. Aile bireyleri ve arkadaşlar tarafından sağlanan destek başarının önemli bir bölümüdür. �Bilişsel değişikler yapın. Obur kişilerin sıklıkla kendileri ve vücut imajları konusunda olumsuz fikirleri vardır. Bilişsel metotlar bu olumsuz ve mantıksız inanışı düzeltmeye yöneliktir. Kısa sürede fazla kilo vermek gibi ve sağlıksız hedefler koymayın. Dinlenirken bile hareket edebilmeye çaba gösterin. Olumsuz düşünceleri atıp hep olumlu düşünmeye çalışın. �Yeme davranışınızı kontrol edin. Ağzınız dolu olduğu zaman çatal ya da kaşığı elinizde tutmayın. Birinci lokmayı iyice çiğnemeden ikinciyi almayın. Tabağınızı tam doldurmayın. İkinci, üçüncü porsiyona olan eğiliminizi kısıtlamaya çalışın. Birinci yemekle ikinci yemek arasında biraz zaman bırakın. Yemek yerken başka etkinliklerle uğraşmayın. �Kendinizi ödüllendirin. Zayıflama diyeti uygularken aile ve arkadaşlarınızdan cesaretlendirme ve övgü yoluyla size yardımcı olmalarını isteyin. �Kayıt tutma alışkanlığı edinin. Yemek yediğiniz zamanı ve yeri yazın. Yediğiniz gıdaların tür ve miktarlarının listesini çıkarın.
Yarım bıraktığınız çikolatayı bölümün sonunda yemeyi hayal etmediniz umarım. Kendinize uygun bir egzersiz programını seçmeyi sakın ihmal etmeyin. Tek başına sağlıklı beslenme yetmeyecek ve hedefe ulaşmanızda bize uzun mesafe koşucuları gibi uzun süreli kondisyon gerekecektir. Hem gebeliğe hazırlanırken, hem gebe kalma sürecinde, hem de gebelikte devam edebileceğiniz egzersizleri tercih ederseniz bu yaşam standardında tam bir değişimdir ve unutmayınız ki süreklilik çok önemlidir.
Üreme sağlığı konusunun her yönüyle değerlendirilmesi gerekir. Bu bölümde sizinle bazı metabolik sorunların üreme fonksiyonları üzerindeki etkileri ve başa çıkma yollarıyla ilgili bilgi paylaşımında bulunmak istiyorum. Bu sebepten dolayı en azından okumaya başladığınız bu bölüm için elinizdeki çikolatayı bırakıp, kendinize mevsim meyvelerinden hazırlanmış bir tabak hazırlarsanız, bu kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir; hadi artık, vedalaşın elinizdeki çikolatayla. Üreme sağlığı her ne kadar kadını ve erkeği birlikte ilgilendiren bir kavramsa da kadınlar için hayatlarını doğrudan etkileyen bir öneme sahiptir. Gebelik, doğum ve düşüğe bağlı sağlık sorunları birebir kadınları etkilemektedir. Beslenme ve metabolizmayla ilgili sorunların kadınların yumurtalıkları ve erkeklerin spermleri üzerindeki olumsuz etkisi her geçen gün daha iyi bilinmektedir. Düzensiz beslenme, kalitesiz hayat ve hareketsizlik, erkekte sperm sayı ve kalitesini azalttığından gebe kalmada güçlüğe ve tekrarlayan düşüklere neden olabilir. Çocuk sahibi olmaya karar veren çiftlerin gebe kalmaya yardımcı tedaviler öncesinde bu konularda da danışmanlık alması gerekmektedir. Uygun bir beslenme tarzı ve yeterli kilo alımı, annenin sağlığı ve bebeğinin ideal gelişimi açısından son derece önemlidir. Annenin kilo artışı ile bebeğin doğum kilosu arasında her zaman doğru bir ilişki yoktur. Sakın hamileliğinizde kişi sayısı kadar beslenmeye kalkmayın; birkaç kişilik beslenmeyi unutun. Kilolu kadınların hamilelik süresince daha az, zayıf kadınlarınsa daha fazla kilo alması uygundur. Stres, her alanda olduğu gibi üreme sağlığında da olumsuzluklar yaratır. En kolay stres giderici değişiklik, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını kazanmak ve yeterli egzersizdir. Kişiye özgü sağlıklı beslenme eğitimi ve rehberliği yapılması çiftlerin gebe kalma şansını arttırabilir. Şimdi infertilitede karşılaştığımız bazı hastalıklarla metabolik değişimler arasındaki ilişkilerden ve bunlara karşı neler yapabileceğimizden bahsetmek istiyorum.
POLİKİSTİK OVER SENDROMU (PCOS)
Üreme çağında olan kadınlar için PCOS, insülin seviyelerinin artmasına bağlı olarak meydana gelen hormonal düzensizlikler sonucu infertiliteye yol açan ciddi bir hastalıktır. Daha önceki bölümlerde de bahsi geçen bu hastalık, infertilite sorunu içinde sıkça rastladığımız ve çocuk sahibi olmanın dışında da birçok sıkıntıya neden olduğu için farklı, metabolik boyutuyla bu bölümde tekrar ele alacağım bir hastalıktır. Anormal vajinal kanama, infertilite, şişmanlık, aşırı kıllanma, saç dökülmesi ve sivilcelenme şikâyetleri bu hastalıkta yaşanabilir. Klinik ve hormonal değişikliklerle birlikte, bunlara ek olarak ultrasonografide artmış sayıda küçük folikül kistlerine rastlanır. PCOS�n en önemli belirtilerinden birisi, kanda insülin direnci ve bununla birlikte görülen artmış açlık kan insülin seviyesidir (hiperinsülinemi). Bu durum androjenlerde (erkeklik hormonları) yüksekliğe sebep olur, bu da beyinde yumurtalıkların görevini kontrol eden merkezin durumunu bozarak yumurtlamama, adet görememe ve infertiliteye sebep olabilir. PCOS�u bir hastada uygulanacak infertilite tedavisinde eğer fazla kilo tespit edersek öncelikle hastanın kilo vermesini sağlamak, yumurtlama tedavisi veya tüp bebek tedavisini bundan sonraya ertelemek isteriz. İnfertilite dışındaki diğer problemler erkeklik hormonlarını azaltan ilaçlarla yapılmaktadır. Bu iki tedavi birbirinden bağımsız olarak hastanın önceliklerine göre planlanır. PCOS�a şeker, kalp ve rahim zarı hastalıklarına yatkınlık da artar. Şeker hastalığında gebelik kayıpları oldukça yüksektir. Uygun beslenme alışkanlıkların hastaya kazandırılmasının, yeterli egzersizin, insülin etkinliğini arttıran ilaçların kullanılmasının ve iyi metabolik kontrollerin gebe kalma şansını arttırdığı gibi sağlıklı bir bebek doğurma şansını da arttırdığını biliyoruz. İnsülin direnci saptanan PCOS hastalarında insülin duyarlılığını arttırmak için kullanılan ilaçlardan bazıları mide ve bağırsak sorunlarına yol açabilmektedir. Yan etkiler ilacın başlangıç dozunu azaltarak ve ilacın yemekle birlikte alınmasını sağlayarak en aza indirilebilir.
devamı: FORUM SUPERMEYDAN http://www.supermeydan.net/forum/forum51...67917.html
ŞİŞMANLIK (OBEZİTE)
Obez olmak birçok olumsuzluğun içinde kadınlarda doğurganlığı da azaltabilir. Fazla kilo gebelik sırasında da riskleri artırabilir. Vücut kitle indeksi, kilonun boya göre değerlendirildiği bir ölçüdür ve obezitenin tanımı yapılırken bu değerlendirme göz önünde bulundurulur. Vücut kitle indeksi 25-29,9 arasındaysa fazla kilolu, 30�n üzerindeyse obez olarak sınıflandırılır. Bununla ilgili çizelgeyi kitabın ekler bölümünde bulabilir ve kendinizle ilgi değerlendirmeyi kolayca yapabilirsiniz. Şişmanlığın doğurganlığa olumsuz etkileri arasında adet düzensizliği, infertilite ihtimalinde artış ve buna bağlı yapılabilecek muhtemel cerrahi işlemler sırasında komplikasyon riskinde artış, düşük riskinde artış, üremeye yardımcı tedaviyle gebelik şansının azalması olarak sıralanabilir. Şişmanlığın gebelik sağlandıktan sonra da gebelik boyunca yaratacağı olumsuzluklar vardır; yüksek tansiyon, şeker hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu, bebekte doğumsal şekil bozukluğu, fazla kilolu bebek nedeniyle müdahaleli doğum, erken doğum nedeniyle prematürite, doğum süresinin uzaması, doğum sonrası kanama miktarının artışı, kesi yerlerinde enfeksiyon gibi. Zayıflamayla bu saydığım riskleri azaltmak mümkün olacaktır. Kilo verilmesi için profesyonel bir danışmanlığa ihtiyaç vardır.
AŞIRI ZAYIFLIK
Obezitenin diğer ucunda da aşırı zayıflık durmakta ve bu durum da istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Adet düzensizliği, yumurtlama bozukluğu gibi sorunlar aşırı zayıflıktan kaynaklanarak infertiliteye sebep olabilir. Vücutta yağ oranı, kadınlarda normalde yüzde 20-29 arasındadır. Beslenme bozukluğu sonucu aşırı zayıf olan kadınlarda adet düzensizliğine sık rastlanır, düzensiz kanamalar, yumurtlama bozukluğuyla birlikte seyreder. Benzer durum atletler, yüzücüler gibi ağır spor yapanlarda da sık görülür. Sağlıklı beslenmeyle yağ oranları ve kiloları düzeldiğinde bu kişilerin gebe kalma şansları artar. Vücudun, normal ağırlığının 10-15 kilo altında olmasına zayıflık, 15-20 kilonun altında olmasına ciddi zayıflık denir. Genelde zayıflığın sebebi kalıtımsal olsa da hormonal düzensizlik de önemli yer tutar. Tiroid hormonlarının aşırı salgılanması (hipertiroidi) metabolizmayı hızlandırarak besinlerin daha hızlı yakılmasına yol açar. Sonuçta kilo alınamaz ve yumurtlama fonksiyonları üzerine olumsuz etki yaratır. Aşırı derecede zayıflık cildin kırışmasına ve daha çabuk yaşlanmasına neden olur. Yeterli beslenilmediği için bağırsaklardan kana geçen besin maddeleri organlar için de yeterli olmaz. Vücut gerekli vitaminleri ve mineralleri karşılamadığında sinir sisteminde bozukluklar ve yorgunluk ortaya çıkar. Kansızlık yetersiz beslenmenin sonucu gelişebilir. Sanıldığının aksine sadece kilolularda değil, zayıf kişilerde de sigara veya alkol tüketimi de varsa kalp-damar hastalıklarına yakalanma riski yükselir. Bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucunda hastalıklara karşı direnç düşer. Bu sorunu çözebilmek için öncelikle zayıflığın sebebini ortaya koymak gerekir. Eğer zayıflık hormonal bozukluktan kaynaklanıyorsa tedavide hormonal sistemin düzene sokulması yeterli olacaktır. Parazit gibi enfeksiyöz bir sebep saptanırsa ağızdan alınan ilaçlarla tedavi edilir. Eğer yanlış beslenmeden kaynaklanıyorsa beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gerekir. Zayıf kişiler için sofra düzeni, yemeğin ısısı, içeriği çok önemlidir. Kişinin günlük enerji ihtiyacı saptandıktan sonra ek kalori hesaplanarak beslenme listesine eklenir. Bu yüzden, ilk önce beslenme alışkanlığı saptanır. Öğünler artırılır ve üç ara üç ana öğün olarak düzenlenir. Ara öğünlerin içeriği besin değeri yüksek yiyeceklerden oluşmalıdır. Enerji daha çok karbonhidratların çoğaltılmasıyla sağlanmalıdır. Yağlarda yapılan artış bulantıya sebep olmaktadır. Proteini daha yüksek vermek mümkün olmakla beraber bazı aminoasitlerin serotonini arttırmalarıyla iştahsızlık oluşabilir. Bu yüzden proteini daha fazla arttırmak olumsuz etki yapar. Diyetin vitamin ve mineral içeriği zengin olmalıdır. Özellikle B grubu vitaminler yoğun verilmelidir. Bu gruptaki vitaminler iştah artışı sağlarlar. Diyetin en önemli özelliklerinden birisi de hacim yönünden az, besin kalitesi yönünden zengin besinlerden oluşturulmasıdır.
ŞEKER HASTALIĞI (DİYABET)
Diyabet toplumda sık görülür ve ciddi sonuçlara yol açar. Pankreasın ürettiği insülinin yetersizliği veya etkisizliğinden kaynaklanır. İnsülin olmayınca, besinlerle alınan şeker ve diğer besin unsurları, ihtiyaç duyan hücrelerin içine giremez. Böylelikle, hücreler şekersizlik çekerken, kanda şeker normal değerlerin üstüne çıkar. Kanda şekerin çok artması �ehir�etkisi yaratır ve vücudun bütün hücrelerini tahrip eder. Tahribatın etkilemediği organ neredeyse yok gibidir. Üreme organları ve hücreleri de bu durumdan etkilenir. Gebelikte ortaya çıkan diyabet çoğunlukla doğumdan sonra geçer. Gebeliğin 25-28. haftalarında yapılan tarama testlerinde saptandığında diyet, egzersiz ve gerekirse insülinle kan şekeri kontrolü sağlanır.
REAKTİF HİPOGLİSEMİ (DÜŞÜK ŞEKER)
Hipoglisemi, kişinin hayat kalitesini bozan bir hastalıktır. Kan şekerinin düşmesine bağlı, terleme, baygınlık hissi, çarpıntıyla karakterize edilir. Genellikle uzun süreli açlığı takip eden çok miktarda, hızlı tüketilen ve bol karbonhidratlı besinlerden sonra ortaya çıkar. Tedavi, uygun bir diyet programıyla sabah, öğlen, akşam düzenli beslenme, öğün aralarında kepekli bisküvi, sandviç, uyumadan önce de bir bardak süt, birkaç bisküvi tüketmekle sağlanabilir. Meyvenin içinde meyve şekeri fruktoz vardır ki bu reaktif hipoglisemi atağını başlatabilir. Bu nedenle kepekli ekmek, bisküvi gibi posalı yiyeceklerin tüketilmesi daha uygun olur. Hipoglisemide acıkmaya değil, saate bağlı yeme modeli olmalıdır. Açlık ortaya çıkmışsa hastalığın kontrolü zorlaşır. Hipogliseminin tedavisinde öğün araları beş saatten iki buçuk saate indirilir. Bu modelle hastanın hem açlık atakları olmaz, hem şişmanlamaz, hem de psikolojik sorunlar çıkarmaz. Ayrıca, diyet programını egzersizle desteklemek gerekir. Herhangi bir öğünde yiyecek olarak belli standartların altına inilirse, sık acıkma atakları olur ve yüksek kalorili yiyecekler alınır. Hipoglisemide temel sorun açlıktır ve bu kontrol altına alınmalıdır. Her yiyeceğin yemek sonrası kan şekerini yükseltme hızları farklıdır. Bu yiyeceklerin kan şekerini yükseltme hızlarına �lisemik indeks�adı verilir. Genellikle posalı yiyeceklerin glisemik indeksleri düşüktür. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur, kepekli ekmek, elma, armut, portakal gibi yiyeceklerin glisemik indeksleri düşük; beyaz ekmek, patates, pirinç, havuç, muz, kavun ve üzümün glisemik indeksleriyse yüksektir. Glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler, kan şekerini de hızla yükseltirler. Kurutulmuş meyveler de (kuru üzüm, kuru kayısı, kuru erik) kan şekerinizi hızlı yükseltirler. Bu yüzden, diyette kurutulmuş meyvelere ve glisemik indeksi yüksek olan diğer yiyeceklere daha az yer verilir.
DİOKSİNLER
Beslenme önerilerine geçmeden dioksinler hakkında kısa bir dertleşme yerinde olur. Dioksinler en toksik klorlu organik bileşikler olarak kabul edilmektedirler. Aynı zamanda inatçı, kararlı yapıları nedeniyle doğada çok uzun süre boyunca kalırlar. Çok ufak miktarlarda da olsa daima doğal yollardan oluşmaktadırlar. Ancak bugün, endüstriyel kaynaklardan oluşan miktarları, doğal yollardan oluşumlarının bir hayli üzerindedir. Bu da dioksinler ve furanların doğal ortamda bulunan konsantrasyonlarının yüzlerce yıl öncesine oranla çok daha fazla olmasıyla sonuçlanmaktadır. Dioksinler ve furanlar çevrede çok uzun süre kalıcı olmalarının yanında yağda çözünmektedirler. Bu nedenle, hayvanların vücutlarında birikerek çoğalırlar ve uzun yıllar boyunca kalırlar. Günümüzde insanlar her gün belli miktarda dioksine maruz kalmaktadır. En toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin�ir (2,3,7,8-TCDD). Bu grubun toksikolojik modeli olarak kullanılmaktadır ve çok geniş bir şekilde incelenmektedir. Araştıma sonuçlarına göre, dioksin kanser yapmasının yanında, sinir, bağışıklık ve üreme sistemlerine (sperm sayısında azalma dahil) zarar verebilmekte, doğmamış bebeklerde sakatlıklara sebep olabilmekte, endokrin sistemini bozabilmekte, kadınlarda endometriozis ve daha birçok olumsuz etkiye neden olabilmektedir. Çoğu dioksin az oksijen içeren ortamlarda, klor varlığında (örneğin, sofra tuzundan) organik maddelerin yanmasıyla oluşur. Hemen hemen bütün hayvan yağları az miktarda dioksin içerir. Prensipte bitkisel yağlar hiç dioksin içermezler. Son on yılda toplanan verilere göre, dünya çapında dioksin kirlenmesi bütün insan nüfusunun sağlığı açısından uzun vadeli bir tehdit oluşturuyor. Özellikle, ufak dozlarda dioksinin vücut hormonlarını etkilemesi sonucu kısırlık, sorunlu çocuk gelişimi, bağışıklık sisteminde zayıflama ve kanser gibi ciddi sorunlar meydana getirebilir. Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu nedenle, dioksinler bilinen bütün kimyasal kirleticiler içinde �ormon bozucular�dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu bildirilmektedir. Dioksinler şu anda çevrede ve besin zincirinde baştan sona bulunmaktadır. Özellikle süt ürünleri, et, balık ve yumurta gibi yağlı yiyecekler yoluyla hepimizin günlük diyetlerinde bulunmakta ve bu şekilde hepimiz maruz kalmaktayız. Doğal beslenme kaynaklarına dönmek bile bazen çevremizi bu derece sarmış olan toksik ajanlardan kurtulmamıza yetmeyebilir.
SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİ
Sağlıklı büyüme ve gelişme için yeterli ve dengeli beslenme şarttır. Yetersiz ve dengesiz beslenme vücut direncini azalttığından hastalıklara yakalanma ihtimali artmakta ve hastalıklar ağır seyretmektedir. Sağlıksız beslenme alışkanlıklarının yanı sıra hareketsiz yaşam biçiminin de şişmanlıkta payı büyüktür. Eğer vücut çok fazla yağ biriktirirse fazla kilolar ortaya çıkar. Fazla kaloriler, yağ olarak bel ve kalçalarda depolanır. Bu kilo alma işlemi yıllar boyu sürebilen bir süreçtir. Kilonuzu sağlıklı değerlerde muhafaza etmenizin, kendinizi iyi hissetmenizin yanı sıra, kalp ve damar hastalıkları ve şeker hastalığına yakalanma riskinizi önemli ölçüde azaltmak gibi diğer olumlu etkileri de olacaktır. Kilonuzun sağlıklı sınırlar aralığında olup olmadığını anlamak için başlangıçta bahsettiğim Vücut Kitle İndeksi (VKE) denen standart bir metot vardır. VKI değeriniz 18,5�n altındaysa biraz kilo almanız gerekebilir. VKI değeriniz 20-25 arasındaysa tebrikler; sağlıklı kilodasınız. VKI değeriniz 25-30 arasındaysa biraz kilo vermeniz yararlı olacaktır. VKI değeriniz 30�n üzerindeyse sağlıklı kilonuza kavuşana kadar kilo vermeniz çok yararlıdır. Sağlıklı kiloda olup olmadığınızı anlamak için bel çevresi ölçüsü de önemlidir. Erkeklerde 102 cm., kadınlardaysa 88 cm.�en fazla çıkan bireylere kilo vermeleri önerilir. Bel çevresi ölçünüz erkeklerde 94-102 cm., kadınlarda 80-88 cm. aralığındaysa kilonuzu muhafaza etmeniz sağlık açısından önemlidir. Hedef kilonuza ulaşana dek haftada yarımla bir kilo arasında kilo vermeyi hedefleyin. Biraz zamanınızı alabilir, fakat sabırlı olmalısınız. Kilo vermenin en doğru yolu, yeme ve içme alışkanlıklarınızı değiştirerek fiziksel aktivitenizi arttırmak olacaktır. Arabayla gitmek yerine, yürüyerek ulaşabileceğiniz her yere yürüyün. Asansör yerine merdivenleri kullanın. Otobüsten, dolmuştan, servisten erken inin ve yürüyün. Eğer fırsat bulursanız, yüzme, dans veya tenis gibi yeni bir aktivite deneyin. Öğün atlamamaya çalışın. Günde 3 öğün yemek yiyin ve aralarda acıkırsanız taze meyve gibi sağlıklı ara öğünleriniz olsun. Şok diyetler yapmak veya öğün atlamak kilo verip bunu korumanın iyi birer yolu olmayacaktır. Bol meyve ve sebze tüketin. Lif açısından zengin olan tam buğday ekmeği ve tam buğday pirinç ve kepekli makarnaları tercih edin. Daha az hayvansal yağ tüketin. İnce kesilmiş bonfile biftek gibi yağsız et dilimlerini tercih edin. Etten görebildiğiniz yağları ve tavuğun derisini ayırın. Daha az hazır bisküvi, pastane ürünü ve kek tüketin. Doymamış yağ oranı yüksek yağları kullanmaya özen gösterin. Yemek pişirirken, katı yağlar yerine, ay çiçek yağı, mısırözü veya zeytinyağı gibi bitkisel yağları tercih edin. Yağsız veya yarım yağlı süt, az yağlı yoğurt ve az yağlı peynir gibi, düşük yağ içeren günlük süt ürünlerini tercih edin. Bol bol sıvı, özellikle de su için. Ucuzdur, kalorisizdir ve midenize doluluk hissi verir! Günlük hedefiniz 8-10 bardak su içmek olsun. Ne kadar alkol tükettiğinize dikkat edin. Alkollü içecekler çok kalorilidir ve şişmanlatıcı yiyeceklere olan iştahınızı arttırır. Size kitabın sonunda besinlerin değişim listesiyle ilgili detaylı tablolar vereceğim, dilerseniz bunlara da göz atabilirsiniz. Yeterli ve dengeli beslenme, besinlerin vücudunuzun gereksinimi kadar enerji, karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineralleri sağlayacak miktarlarda alınmasıdır. Besinler; 1) et, yumurta, kuru baklagiller, 2) süt, yoğurt, peynir, 3) sebze ve meyveler, 4) ekmek ve tahıllar olmak üzere 4 ana gruba ayrılmaktadır. Her grubun içerdiği besin öğeleri miktarı farklıdır. Yeterli ve dengeli beslenmek için her gruptan belirli miktarlarda tüketilmesi gerekmektedir. Yaş ve fiziksel aktivite durumuna göre tüketilmesi gereken miktarlar değişmektedir. Beslenme hiçbir zaman karın doyurma anl***** gelmemelidir. Besinlerin bileşiminde değişik miktarda �esin öğesi�dediğimiz kimyasal moleküller bulunmaktadır. İnsanın büyüme, gelişme ve sağlıklı olarak hayatını sürdürebilmesi için kırktan fazla türde besin öğesine gereksinimi vardır. İnsanların gereksinimi olan bu besin öğelerini altı grupta toplayabiliriz; karbonhidratlar, proteinler, yağlar, vitaminler, mineraller ve su.
YAŞAM BİÇİMİ VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Vücudumuz farklı enfeksiyon ve toksik ajanlarla savaşmak için bağışıklık sistemine sahiptir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserden ve çevresel zararlardan korur, iyileşmeyi çabuklaştırır. Bağışıklı sistemimizi zayıflatan faktörlerden kaçınmaya çalışmak, örneğin bizi strese sokan faktörlerden olabildiğince uzakta kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, düzenli spor yapmak, bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır. Ama zaman zaman bu destekler de yetersiz kalır ve dışardan bağışıklık sistemimizi güçlendirici yardımlar da almak durumunda kalabiliriz. Bağışıklık sisteminin dengelenmesinde sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme önemli bir yer tutar. Yiyecekler yendikten sonra vücuda enerji vermek için oksijenle yanarlar, yanma sırasında zararlı maddeler olan serbest radikaller oluşur. Çoğalan serbest radikaller, vücudun bütün hücre ve organlarına zarar vermeye başlarlar. Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı ultraviyole ışınları veya alkolün vücuda girmesi, stres vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur. Bunun dışında çevredeki hava kirliliği, ultraviyole ışınları, radyasyon, egzoz gazları, sigarı dumanı, vb. gibi birçok faktör hücrelerimizi etkileyerek serbest radikalleri çoğaltır. Vücutta serbest radikallerin çoğalması kalp hastalığı, kanser, katarakt, yaşlanma ve infertilite gibi sağlık sorunlarını daha çabuk ortaya çıkarır. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için vücudumuz serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirir. Vücutta üretilen bazı enzimler, serbest radikallerden kurtulmamızı sağlar, yanmayı önleyen anti-oksidan maddeler enzim miktarını artırır ve böylece savunma mekanizması güçlenir. Anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini, beta-karoten, selenyum, bazı protein bileşikleri, isoflavinlerdir. Bu anti-oksidanları içeren besinleri günlük beslenmemiz içerisinde bol miktarda tüketmeliyiz. Omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta, cevizde bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalardan aldığımız arginin aminoasidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek gıdalar arasında beta-glukan, echinacea, probiyotikler, izozomlar ve yeşil çay gibi doğal maddeler de yer alır. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın en iyi yolu sağlıklı bir hayat tarzıdır. Besin öğelerinin organizmaya yeterli ve dengeli miktarda sunulması, kilo kontrolü için düzenli ve ağır olmayan kişiye özel bir egzersiz programı, sağlıklı ruh hali içinse düzenlenmiş sosyal hayat ve kontrol edilebilen stres her birey için sağlığa giden yoldur. Birçok kişi diyet yaptığında bireysel olarak ne kazanacağının farkında değildir. �ilo vermek benim ne işime yarayacak�sorusuna gerçekçi cevaplar bulunması önemlidir. Birçok kişi, başka etkenler tarafından koşullandırıldığı görüntüyü görmek için diyet yapar, oysa kişisel amaç yoksa sonuç alınmaz. Diyet yapmak stres verici bir iştir. İnsan kendisini bir haz objesine karşı kısıtlaması, psikolojik çatışma doğurur. Bu yüzden, hayatınızda stresin arttığı durumlarda diyete başlamak iyi bir zamanlama olmayacaktır. Diyet esnasında kendinizi başka diyet yapanlarla kıyaslamak doğru olmayacaktır. Kendinize ulaşabileceğiniz, size uygun olan hedefler seçmelisiniz. Doktorunuzla iyi bir ilişki kurmaya çalışın, belli aralıklarla doktorunuza uğramayı ihmal etmeyin. İnsanların kilo alması basit bir gelir-gider dengesiyle ilişkilidir. Aldığınız kaloriler, harcadığınız kaloriden fazlaysa kilo almaya başlarsınız. Gazete ve dergilerde zaman zaman mucizevi diyetler yayınlanır. Bu diyetler kısa vadede işe yarasa bile uzun vadede kendinizi tekrar eski halinizde bulabilirsiniz. Diyet yapan bir kişi beslenme alışkanlıklarını uzun vadede değiştirmelidir. Kısa vadeli çözümler yerine kalıcı çözümlere ihtiyaç vardır. Duygusal yaşantılarımız ile yemek yeme davranışımız yakın bir ilişki içindedir. Yalnızlık, endişe, sıkıntı, öfke, üzüntü, bazen de sevinçten dolayı yemek yeriz. Duygusal yoğunluğumuz, yediğimiz yemeğin süresini ve miktarını tayin edebilir. Duygularımızı yeme davranışıyla bastırmak ve organizmamızı duygusal gerilimden kurtarmak için yeme davranışına yönelmemiz çok eski bir alışkanlığımızdır. Duygularınızın farkına varmanız, farklı duygularınızı ayırt edebilmeniz ve bu duygularınızı yiyerek değil, konuşarak ifade etmeniz beslenmenizi olumlu yönde etkilemektedir. Sanki az öneride bulunmuşum gibi size birkaç öneri daha:
devamı: FORUM SUPERMEYDAN http://www.supermeydan.net/forum/showthread.php?t=67917
�Alışveriş sırasında davranışlarınızı kontrol edin. Yemekten sonra alışverişe çıkın, yalnızca besleyici ve az kalorili gıdalar alın. Alışverişe gitmeden önce liste hazırlayın ve listenin dışına çıkmayın, arabayla gidiyorsanız uzak bir yere park edip yürüyün. Yağlı ve şekerli gıdalara fazla yüklenmeyin. Hazırlama gerektirmeden hemen yenebilecek hazır gıdaları almaktan kaçının. �Plan yapma alışkanlığı edinin. Gıda tüketiminizi sınırlamayı planlayın. Canınız bir şeyler yemek istediği zaman onun yerine egzersiz yapın, dikkatinizi başka işlere verin. Öğün atlamayın ve öğünlerinizi belirli zamanlarda yiyin. �Gıdayla ilgili davranışlarınızı kontrol edin. Yiyecekleri gözünüzden uzak yerlerde bulundurun. Bütün gıdalarınızı aynı yerde yiyin ve yemek yerken büyük tabak yerine küçük tabak tercih edin. Otomatik hale gelmiş ya da alışkanlık halini almış yemek yeme şekillerinden uzak durun. �Sosyal destek alın. Aile bireyleri ve arkadaşlar tarafından sağlanan destek başarının önemli bir bölümüdür. �Bilişsel değişikler yapın. Obur kişilerin sıklıkla kendileri ve vücut imajları konusunda olumsuz fikirleri vardır. Bilişsel metotlar bu olumsuz ve mantıksız inanışı düzeltmeye yöneliktir. Kısa sürede fazla kilo vermek gibi ve sağlıksız hedefler koymayın. Dinlenirken bile hareket edebilmeye çaba gösterin. Olumsuz düşünceleri atıp hep olumlu düşünmeye çalışın. �Yeme davranışınızı kontrol edin. Ağzınız dolu olduğu zaman çatal ya da kaşığı elinizde tutmayın. Birinci lokmayı iyice çiğnemeden ikinciyi almayın. Tabağınızı tam doldurmayın. İkinci, üçüncü porsiyona olan eğiliminizi kısıtlamaya çalışın. Birinci yemekle ikinci yemek arasında biraz zaman bırakın. Yemek yerken başka etkinliklerle uğraşmayın. �Kendinizi ödüllendirin. Zayıflama diyeti uygularken aile ve arkadaşlarınızdan cesaretlendirme ve övgü yoluyla size yardımcı olmalarını isteyin. �Kayıt tutma alışkanlığı edinin. Yemek yediğiniz zamanı ve yeri yazın. Yediğiniz gıdaların tür ve miktarlarının listesini çıkarın.
Yarım bıraktığınız çikolatayı bölümün sonunda yemeyi hayal etmediniz umarım. Kendinize uygun bir egzersiz programını seçmeyi sakın ihmal etmeyin. Tek başına sağlıklı beslenme yetmeyecek ve hedefe ulaşmanızda bize uzun mesafe koşucuları gibi uzun süreli kondisyon gerekecektir. Hem gebeliğe hazırlanırken, hem gebe kalma sürecinde, hem de gebelikte devam edebileceğiniz egzersizleri tercih ederseniz bu yaşam standardında tam bir değişimdir ve unutmayınız ki süreklilik çok önemlidir.