Yorum: #1
10-25-2009, 19:10
Diabetes Mellitus Nedir ? Tipleri, Tedavisi , Genel Bilgi
Diabetes Mellitus
Diabet, vücudun yeterli insülin üretmemesi nedeniyle kan şekerinin (glukoz) anormal düzeylere yükseldiği bir hastalıktır.
Kandaki şeker miktarını pankreastan salınan bir hormon olan insülin düzenler. Yiyecek ve içeceklerle alınan şeker emilerek kan dolaşımına geçer, yükselen kan şekeri insülin yapımı için pankreası uyarır. Pankreastan salgılanan insülin, kandaki şekerin hücre içine alınmasını sağlar. Şeker hücre içine geçtikten sonra ya enerjiye dönüştürülerek hemen kullanılır ya da gerektiğinde kullanılmak üzere depolanır.
Kandaki şeker düzeyi normal olarak gün boyunca değişiklikler gösterir, yemek yenilmesini takiben yükselir ve yaklaşık 2 saat içinde tekrar normal seviyelere iner.
Eğer vücudumuz kandaki şekerin hücre içine geçmesini sağlamaya yetecek kadar insülini üretemezse kan şeker düzeyi yükselir, hücre içindeki şeker miktarı yetersiz kalır ve bu iki durum birlikte diabet hastalığının belirti ve komplikasyonlarına yolaçar.
Tipleri
Tip 1:Önceleri insüline bağımlı diabet veya juvenil onset diabet olarak ta adlandırılmış olan Tip 1 diabette pankreasın insülin üreten hücrelerinin % 90’dan fazlası kalıcı olarak hasar görmüştür ve bu nedenle pankreasta insülin ya çok az yapılabilmekte ya da hiç yapılamamaktadır. Diabet hastalarının yaklaşık % 10’unda Tip 1 diabet hastalığı vardır. Tip 1 diabet hastalarının çoğunda hastalık 30 yaşından önce başlamıştır.
Tip 2: Önceleri insülin bağımlı olmayan diabet veya adult onset diabet olarak adlandırılan Tip 2 diabette ise pankreas insülin üretmeye devam eder, hatta bazen normalden daha fazla üretir ancak, vücut insülinin etkilerine karşı direnç geliştirir ve üretilen insülin vücudun ihtiyacını karşılamaya yetmez.
Tip 2 diabet hem çocukluk hem erişkinlikte ortaya çıkabilir ama genellikle 30 yaşın üzerinde başlar ve yaşın ilerlemesiyle birlikte ortaya çıkma sıklığı daha da artar. 70 yaşın üzerindeki insanların yaklaşık % 15’inde Tip 2 diabet vardır.
Obezite, Tip 2 diabet gelişmesinde en önemli risk faktörüdür. Obezite insülin direncine neden olduğundan obez kişilerde kan şekerinin normal düzeyde tutulabilmesi için daha fazla insülin gerekir. Diabet hastalarının % 80-90’ı obez kişilerdir.
Belirtiler
Diabetin iki tipinde de benzer belirtiler görülür. Görülen ilk bulgular kan şeker düzeyinin yüksekliğine bağlıdır. Kan şeker düzeyi 160 –180 mg/dL ve üzerine çıktığında şeker idrara geçmeye başlar. İdrara geçen şeker miktarı yükseldikçe böbrekler idrara geçen su miktarını artırırlar. Bu nedenle diabetli kişiler daha sık ve daha çok idrar yapar (poliüri). Aşırı idrar yapılması sonucunda diabetli kişilerde susuzluk artar (polidipsi). Bu kişilerde idrarla kalori de kaybedilmekte olduğundan kilo kaybı olur, buna bağlı olarak sık sık aşırı açlık hissedilir. Diabetli kişilerde bu belirtilere ek olarak bulanık görme, başdönmesi, bulantı ve egzersiz kapasitesinde azalma görülür.
Tip 1: Tip 1 diabet hastalarında hastalık genellikle ani başlar. Hızla diabetik ketoasidoz olarak adlandırılan tablo gelişebilir. Aşırı susama ve idrar yapma, kilo kaybı, bulantı, kusma, yorgunluk ve özellikle çocuklarda karın ağrısı diabetik ketoasidozun ilk belirtileridir. Solunum sayısı ve derinliği giderek artma eğilimi gösterir, hastanın nefesi aseton kokmaya başlar. Diabetik ketoasidoz tedavi edilmediği takdirde birkaç saatte içinde koma hali gelişebilir ve ölümle sonuçlanabilir.
Tip 2: Tip 2 diabet hastalarında tanı konulmadan önce yıllarca hiçbir belirti ve bulgu görülmeyebilir ya da belirtiler çok hafif olabilir. İdrar artışı ve susuzluk başlangıçta hafif olup haftalar veya aylar içinde giderek artar, en sonunda aşırı derecede yorgunluk, görmede bulanıklık ve dehidratasyon gelişir. Tip 2 diabeti olan kişilerde bir miktar insülin üretilebildiğinden genellikle ketoasidoz gelişmez ama kan şekeri çok yüksek düzeylere kadar çıkabilir (1000 mg/dL üzeri).
Kan şekeri düzeyi çok yüksek olduğunda kişide ciddi dehidratasyon (sıvı kaybı) gelişebilir. Bu durum devam ederse bilinç bulanıklığı, uykuya meyil, konvulsiyonlar görülen ve nonketotik hiperosmolar koma olarak adlandırılan tablo gelişir.
Komplikasyonlar
Diabetli kişilerde uzun dönemde çok çeşitli ve ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Bu komplikasyonların bazıları ilk aylarda gelişebilir ama çoğu diabetin başlangıcından birkaç yıl geçtikten sonra ortaya çıkar. Komplikasyonların çoğu ilerleyici karakterdedir.
Kan şekeri yüksekliği ve yetersiz kan dolaşımı zaman içinde kalbe, beyine, bacaklara, gözlere, böbreklere ve sinirlere zarar vererek iskemik kalp hastalığına, kalp yetmezliğine, felçlere, bacak kramplarına, görme bozukluğuna, böbrek yetmezliğine, sinirlerin harabiyetine (nöropati) ve deri lezyonlarına neden olur. Atheroskleroz diabet hastalarında 2-6 kat daha sık görülmekte ve daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Kalp krizi ve felç de diabet hastalarında daha sık görülür.
Azalan kan dolaşımı deride ülserlere ve enfeksiyona yolaçar, yaralar daha yavaş iyileşir. Diabetli kişilerde sıklıkla bakteri ve mantarların neden olduğu enfeksiyonlar, tipik olarak deri enfeksiyonları gelişir. Göz damarlarının diabete bağlı olarak zarar görmesi görme kaybına neden olabilir (diabetik retinopati). Böbrek fonksiyonları bozulabilir, böbrek yetmezliği gelişerek dializ veya böbrek nakli gerekebilir. Diabet hastalarının idrarında anormal miktarda protein (albumin) bulunması böbrek hasarının erken bulgusudur, bu nedenle idrarda anormal miktarda albumin olup olmadığı düzenli olarak kontrol edilir.
Diabetin sinirlere verdiği zarar birkaç şekilde ortaya çıkabilir. Bacaklarda ani veya yavaş başlayan güçsüzlük, his kusuru, karıncalanma, ellerde ve ayaklarda ağrı görülebilir.
Tanı
Diabet tanısı kan şekerinin normalin üzerinde yüksek bulunması ile konulur. Diabet ileri yaşlarda daha sık görüldüğünden, özellikle yaşlı kişilerde kan şekerinin her yıl düzenli olarak kontrol edilmesi çok önemlidir. Kan şekeri düzeyinin ölçülmesi için kan örneği genellikle kişi gece boyu aç kaldıktan sonra alınır, ancak yemekten sonra alınan kanda da şeker düzeyi ölçümü yapılabilir. Açlık kan şekeri düzeyinin hiçbir zaman 126 mg/dL‘nin üzerinde olmaması gerekir. Yemekten sonra da kan şekerinin 200 mg/dL’yi geçmemesi gerekir. Diabet tanısı için kanda Hemoglobin A1C isimli bir proteinin düzeyi de ölçülür. Bu test, kan şekeri hafif yüksek olan erişkinlerde diabet tanısının doğrulanmasında çok yararlıdır. Diğer bir tanı yöntemi de özellikle hamilelikte gestasyonel diabetten şüphelenilmesi, yaşlı kişilerde diabet belirtileri olmasına rağmen kan şekerinin normal bulunması gibi durumlarda yapılan glukoz tolerans testidir.
Tedavi
Diabetin tedavisi diyet, egzersiz, eğitim ve (hastaların çoğunda) ilaçlardan oluşur. Diabet hastalarında kan şekeri düzeyinin iyi kontrol edilmesi, komplikasyonların gelişmesini de azaltır. Bu nedenle, diabet tedavisinin amacı kan şekeri düzeyinin olabildiğince normal sınırlar içinde tutulabilmesidir. Diabete ek olarak yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği de bulunuyorsa bu hastalıkların tedavisi ile de bazı diabet komplikasyonlarının gelişmesi önlenebilir.
Diabet hastalarının hastalıkları hakkında bilgilenmeleri, diyet ve egzersizin kan şekeri düzeyini nasıl etkilediğini, diabetin komplikasyonlardan nasıl korunabileceklerini öğrenmeleri çok önemlidir. Diabet hastalarının sağlıklı ve dengeli beslenerek ideal kilolarında kalmaları önerilir. Diabet hastaları yemeklerini düzenli aralıklarla yemeye ve uzun süre aç kalmamaya özen göstermelidir. Uygun miktarda egzersiz yapılması da ideal kilonun korunması ve kan şekerinin normal seviyelerde tutulmasında yardımcı olur.
Kan şekeri düzeyinin çok sıkı kontrol edilerek yükselmesinin engellenmesi kolay değildir. Sıkı kontrolun en büyük güçlüğü kan şekeri düzeyinin normalin altına düşmesi (hipoglisemi) riskinin bulunmasıdır. Hipoglisemi acil tedavi gerektiren bir durumdur. Dakikalar içinde müdahale edilip düşük kan şekerinin yükseltilmesi ve dokuların kalıcı hasar görmesinin engellenmesi gerekir. Bu nedenle diabet hastalarının yanlarında hipoglisemi belirtileri geliştiğinde hemen ağızdan alabilecekleri glukoz tabletleri veya şeker bulundurmaları çok önemlidir.
Diabet hastalarında görülebilen diabetik ketoasidoz hastaneye yatırılarak yoğun bakım şartlarında tedavi edilmeyi gerektiren acil bir durumdur. Diabet hastalarında görülen diğer bir ****bolik tablo olan nonketotik hiperglisemik hiperosmolar koma da diabetik ketoasidoza benzer ve uygun sıvı,elektrolit tedavisi gerektirir.
İnsülin Tedavisi
Tip 1 diabeti olan hastaların hemen hepsinde ve Tip 2 diabet hastası olan kişilerin de birçoğunda insülin tedavisi gerekir. İnsülin midede etkisiz hale geldiği için ağız yoluyla alınamaz, sadece deri altı yağ dokusuna enjekte edilerek kullanılır. Enjeksiyon bölgesi olarak genellikle kollar, bacaklar veya karın ön duvarı tercih edilir. İnsülinin çabuk etkili insülin, orta etkili insülin ve uzun etkili insülin olarak adlandırılan ve herbirinin etkisinin başlama hızı ile etki süreleri farklı olan 3 temel formu bulunur. İnsülin oda sıcaklığında aylarca stabil kalabildiğinden evde bulundurulmasında, işyerine veya seyahate giderken taşınmasında pek sorun yoktur ancak aşırı sıcaktan korunması gerekir.
Uygun insülinin seçimi karmaşık bir konudur. En kolay uygulama günde tek doz orta etkili insülin enjeksiyonu olmakla birlikte bu uygulamanın kan şekeri kontrolu zayıf olduğundan ancak nadir durumlarda uygun yaklaşım olabilir. Daha etkin kan şekeri kontrolu genellikle farklı insülin türlerinin kombinasyonu ile sağlanır. Örneğin sabah ve akşam çabuk etkili insülin ve orta etkili insülin kombinasyonu, gün içinde aralıklarla birkaç kez çabuk etkili insülin enjeksiyonu ile en sıkı kan şekeri kontrolu sağlanabilir. Bu tedaviyi uygulayacak kişilerin mutlaka hastalık ve uygulanan tedavi konusunda yeterli bilgiye sahip olmaları ve gereken özeni göstermeleri gereklidir.
Zaman içerisinde bazı kişilerde insüline karşı direnç gelişebilmektedir. Bu durumlarda çok yüksek insülin dozlarına çıkılması gerekebilir. Bazı kişilerde insülin enjeksiyonu deri ve derialtı dokularını olumsuz etkileyebilir, enjeksiyon bölgesinde birkaç saat süren kızarıklık, kaşıntı ve şişkinlik görülebilir. Sık olarak enjeksiyon yapılan bölgede ciltaltı yağ dokusunun zarar görmesi nedeniyle ciltte çeşitli izler oluşabilir. Bu problemlerle karşılaşmamak için hastalara hergün vücutlarının farklı bir bölgesine enjeksiyon yapmaları önerilir.
Oral Antihiperglisemik İlaçlar
Oral antihiperglisemik ilaçlar çoğu Tip 2 diabet hastasında kan şekerinin düşürülmesinde yeterli olurlar. Ancak bu ilaçlar Tip 1 diabet tedavisinde etkili değildirler. Oral antihiperglisemik ilaçların birkaç türü bulunmaktadır. Sülfonilüreler ve meglitinidler pankreası uyararak insülin yapımını artırırlar. Biguanidler ve tiazolidinedionlar vücut dokularının insüline cevabını artırırlar. Glikozidaz inhibitörü ilaçlar ise barsaklardan glukoz emilimini yavaşlatarak etki gösterirler. Oral antihiperglisemik ilaçlar daha çok diyet ve egzersizle kan şekeri yeterince düşürülemeyen Tip 2 diabet hastalarında kullanılır. Tek ilaç yeterli etki göstermezse birden fazla tür oral antihiperglisemik ilaç birlikte kullanılabilir. Tip 2 diabet hastalarında oral antihiperglisemik ilaç tedavisi ile kan şekeri düzeyi yeterince kontrol edilemediği takdirde tek başına insülin tedavisi veya oral ilaçlarla kombine insülin tedavisi gerekebilir.
Tedavinin İzlenmesi
Diabet tedavisinin önemli bir parçası da kan şekeri düzeyinin izlenmesidir. Diabet hastalarının diyet, egzersiz ve kullandıkları ilaçları kan şekerini kontrol altında tutacak şekilde ayarlamaları gerekir. Bu ayarlamaların yapılabilmesi için de kan şekerinin sık aralıklarla izlenmesi gereklidir. Fazla egzersiz kan şekerini normalin altındaki seviyelere düşürebilirken, stress, enfeksiyon hastalıkları ve çeşitli ilaçlar kan şekerinin yükselmesine neden olurlar.
Piyasada bulunan pratik cihazlarla artık kan şekeri evde çok kolay ölçülebildiğinden diabet hastalarının kan şekerlerini ve tedavilerinin etkinliğini izlemeleri de çok kolaylaşmıştır. Bu kan şekeri ölçüm cihazları, parmak ucundan alınan bir damla kan ile özel test stripindeki değişikliği okuyarak sonucu saniyeler içinde dijital göstergesinde vermektedir.
İdrarda şekerin varlığı da kolaylıkla ölçülebilmekle birlikte idrarda bulunan şekerin ölçümü o andaki kan şekeri düzeyini göstermediği için yanlış yorumlamalara neden olabileceğinden tedavinin izlenmesi ve ayarlanması için uygun bir yöntem değildir. İdrarda şeker düzeyinde hiçbir değişiklik olmasa bile kan şekeri çok düşük veya oldukça yüksek olabilmektedir.
Tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde Hemoglobin A1C testi de kullanılmaktadır. Hemoglobin A1C öçümü ile son birkaç hafta süresinde kan şekerinin yeterince kontrol edilip edilmediği anlaşılabilmektedir. Hemoglobin A1C‘nin normalde %7’nin altında olması gerekir. Aslında diabet hastalarının bu düzeyi sağlayabilmeleri çok zor olmakla birlikte sıkı bir kontrol için buna yakın değerler hedeflemelidir. % 9’un üzerindeki değerler zayıf kontrolu, % 12’nin üzerindeki değerler çok zayıf kontrolu işaret eder. Günümüzde çoğu doktor Hemoglobin A1C düzeyinin her 3 - 6 ayda bir kontrol edilmesini önermektedir.
Deneysel Tedaviler
Tip 1 diabet tedavisinde ilerisi için umut veren çeşitli deneysel tedaviler bulunmaktadır. Bu tedavilerin birisinde vücutta çeşitli organlara insülin üreten hücreler implante edilmektedir. Halen implante edilen hücrelerin vücut tarafından reddedilmesinin engellenmesi için bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçların kullanılması gerektiğinden bu tedavi rutin olarak kullanılamamakta ve bağışıklık sisteminin baskılanmasını gereksiz kılacak yeni tekniklerin geliştirilmesine çalışılmaktadır.
Diabetes Mellitus
Diabet, vücudun yeterli insülin üretmemesi nedeniyle kan şekerinin (glukoz) anormal düzeylere yükseldiği bir hastalıktır.
Kandaki şeker miktarını pankreastan salınan bir hormon olan insülin düzenler. Yiyecek ve içeceklerle alınan şeker emilerek kan dolaşımına geçer, yükselen kan şekeri insülin yapımı için pankreası uyarır. Pankreastan salgılanan insülin, kandaki şekerin hücre içine alınmasını sağlar. Şeker hücre içine geçtikten sonra ya enerjiye dönüştürülerek hemen kullanılır ya da gerektiğinde kullanılmak üzere depolanır.
Kandaki şeker düzeyi normal olarak gün boyunca değişiklikler gösterir, yemek yenilmesini takiben yükselir ve yaklaşık 2 saat içinde tekrar normal seviyelere iner.
Eğer vücudumuz kandaki şekerin hücre içine geçmesini sağlamaya yetecek kadar insülini üretemezse kan şeker düzeyi yükselir, hücre içindeki şeker miktarı yetersiz kalır ve bu iki durum birlikte diabet hastalığının belirti ve komplikasyonlarına yolaçar.
Tipleri
Tip 1:Önceleri insüline bağımlı diabet veya juvenil onset diabet olarak ta adlandırılmış olan Tip 1 diabette pankreasın insülin üreten hücrelerinin % 90’dan fazlası kalıcı olarak hasar görmüştür ve bu nedenle pankreasta insülin ya çok az yapılabilmekte ya da hiç yapılamamaktadır. Diabet hastalarının yaklaşık % 10’unda Tip 1 diabet hastalığı vardır. Tip 1 diabet hastalarının çoğunda hastalık 30 yaşından önce başlamıştır.
Tip 2: Önceleri insülin bağımlı olmayan diabet veya adult onset diabet olarak adlandırılan Tip 2 diabette ise pankreas insülin üretmeye devam eder, hatta bazen normalden daha fazla üretir ancak, vücut insülinin etkilerine karşı direnç geliştirir ve üretilen insülin vücudun ihtiyacını karşılamaya yetmez.
Tip 2 diabet hem çocukluk hem erişkinlikte ortaya çıkabilir ama genellikle 30 yaşın üzerinde başlar ve yaşın ilerlemesiyle birlikte ortaya çıkma sıklığı daha da artar. 70 yaşın üzerindeki insanların yaklaşık % 15’inde Tip 2 diabet vardır.
Obezite, Tip 2 diabet gelişmesinde en önemli risk faktörüdür. Obezite insülin direncine neden olduğundan obez kişilerde kan şekerinin normal düzeyde tutulabilmesi için daha fazla insülin gerekir. Diabet hastalarının % 80-90’ı obez kişilerdir.
Belirtiler
Diabetin iki tipinde de benzer belirtiler görülür. Görülen ilk bulgular kan şeker düzeyinin yüksekliğine bağlıdır. Kan şeker düzeyi 160 –180 mg/dL ve üzerine çıktığında şeker idrara geçmeye başlar. İdrara geçen şeker miktarı yükseldikçe böbrekler idrara geçen su miktarını artırırlar. Bu nedenle diabetli kişiler daha sık ve daha çok idrar yapar (poliüri). Aşırı idrar yapılması sonucunda diabetli kişilerde susuzluk artar (polidipsi). Bu kişilerde idrarla kalori de kaybedilmekte olduğundan kilo kaybı olur, buna bağlı olarak sık sık aşırı açlık hissedilir. Diabetli kişilerde bu belirtilere ek olarak bulanık görme, başdönmesi, bulantı ve egzersiz kapasitesinde azalma görülür.
Tip 1: Tip 1 diabet hastalarında hastalık genellikle ani başlar. Hızla diabetik ketoasidoz olarak adlandırılan tablo gelişebilir. Aşırı susama ve idrar yapma, kilo kaybı, bulantı, kusma, yorgunluk ve özellikle çocuklarda karın ağrısı diabetik ketoasidozun ilk belirtileridir. Solunum sayısı ve derinliği giderek artma eğilimi gösterir, hastanın nefesi aseton kokmaya başlar. Diabetik ketoasidoz tedavi edilmediği takdirde birkaç saatte içinde koma hali gelişebilir ve ölümle sonuçlanabilir.
Tip 2: Tip 2 diabet hastalarında tanı konulmadan önce yıllarca hiçbir belirti ve bulgu görülmeyebilir ya da belirtiler çok hafif olabilir. İdrar artışı ve susuzluk başlangıçta hafif olup haftalar veya aylar içinde giderek artar, en sonunda aşırı derecede yorgunluk, görmede bulanıklık ve dehidratasyon gelişir. Tip 2 diabeti olan kişilerde bir miktar insülin üretilebildiğinden genellikle ketoasidoz gelişmez ama kan şekeri çok yüksek düzeylere kadar çıkabilir (1000 mg/dL üzeri).
Kan şekeri düzeyi çok yüksek olduğunda kişide ciddi dehidratasyon (sıvı kaybı) gelişebilir. Bu durum devam ederse bilinç bulanıklığı, uykuya meyil, konvulsiyonlar görülen ve nonketotik hiperosmolar koma olarak adlandırılan tablo gelişir.
Komplikasyonlar
Diabetli kişilerde uzun dönemde çok çeşitli ve ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Bu komplikasyonların bazıları ilk aylarda gelişebilir ama çoğu diabetin başlangıcından birkaç yıl geçtikten sonra ortaya çıkar. Komplikasyonların çoğu ilerleyici karakterdedir.
Kan şekeri yüksekliği ve yetersiz kan dolaşımı zaman içinde kalbe, beyine, bacaklara, gözlere, böbreklere ve sinirlere zarar vererek iskemik kalp hastalığına, kalp yetmezliğine, felçlere, bacak kramplarına, görme bozukluğuna, böbrek yetmezliğine, sinirlerin harabiyetine (nöropati) ve deri lezyonlarına neden olur. Atheroskleroz diabet hastalarında 2-6 kat daha sık görülmekte ve daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Kalp krizi ve felç de diabet hastalarında daha sık görülür.
Azalan kan dolaşımı deride ülserlere ve enfeksiyona yolaçar, yaralar daha yavaş iyileşir. Diabetli kişilerde sıklıkla bakteri ve mantarların neden olduğu enfeksiyonlar, tipik olarak deri enfeksiyonları gelişir. Göz damarlarının diabete bağlı olarak zarar görmesi görme kaybına neden olabilir (diabetik retinopati). Böbrek fonksiyonları bozulabilir, böbrek yetmezliği gelişerek dializ veya böbrek nakli gerekebilir. Diabet hastalarının idrarında anormal miktarda protein (albumin) bulunması böbrek hasarının erken bulgusudur, bu nedenle idrarda anormal miktarda albumin olup olmadığı düzenli olarak kontrol edilir.
Diabetin sinirlere verdiği zarar birkaç şekilde ortaya çıkabilir. Bacaklarda ani veya yavaş başlayan güçsüzlük, his kusuru, karıncalanma, ellerde ve ayaklarda ağrı görülebilir.
Tanı
Diabet tanısı kan şekerinin normalin üzerinde yüksek bulunması ile konulur. Diabet ileri yaşlarda daha sık görüldüğünden, özellikle yaşlı kişilerde kan şekerinin her yıl düzenli olarak kontrol edilmesi çok önemlidir. Kan şekeri düzeyinin ölçülmesi için kan örneği genellikle kişi gece boyu aç kaldıktan sonra alınır, ancak yemekten sonra alınan kanda da şeker düzeyi ölçümü yapılabilir. Açlık kan şekeri düzeyinin hiçbir zaman 126 mg/dL‘nin üzerinde olmaması gerekir. Yemekten sonra da kan şekerinin 200 mg/dL’yi geçmemesi gerekir. Diabet tanısı için kanda Hemoglobin A1C isimli bir proteinin düzeyi de ölçülür. Bu test, kan şekeri hafif yüksek olan erişkinlerde diabet tanısının doğrulanmasında çok yararlıdır. Diğer bir tanı yöntemi de özellikle hamilelikte gestasyonel diabetten şüphelenilmesi, yaşlı kişilerde diabet belirtileri olmasına rağmen kan şekerinin normal bulunması gibi durumlarda yapılan glukoz tolerans testidir.
Tedavi
Diabetin tedavisi diyet, egzersiz, eğitim ve (hastaların çoğunda) ilaçlardan oluşur. Diabet hastalarında kan şekeri düzeyinin iyi kontrol edilmesi, komplikasyonların gelişmesini de azaltır. Bu nedenle, diabet tedavisinin amacı kan şekeri düzeyinin olabildiğince normal sınırlar içinde tutulabilmesidir. Diabete ek olarak yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği de bulunuyorsa bu hastalıkların tedavisi ile de bazı diabet komplikasyonlarının gelişmesi önlenebilir.
Diabet hastalarının hastalıkları hakkında bilgilenmeleri, diyet ve egzersizin kan şekeri düzeyini nasıl etkilediğini, diabetin komplikasyonlardan nasıl korunabileceklerini öğrenmeleri çok önemlidir. Diabet hastalarının sağlıklı ve dengeli beslenerek ideal kilolarında kalmaları önerilir. Diabet hastaları yemeklerini düzenli aralıklarla yemeye ve uzun süre aç kalmamaya özen göstermelidir. Uygun miktarda egzersiz yapılması da ideal kilonun korunması ve kan şekerinin normal seviyelerde tutulmasında yardımcı olur.
Kan şekeri düzeyinin çok sıkı kontrol edilerek yükselmesinin engellenmesi kolay değildir. Sıkı kontrolun en büyük güçlüğü kan şekeri düzeyinin normalin altına düşmesi (hipoglisemi) riskinin bulunmasıdır. Hipoglisemi acil tedavi gerektiren bir durumdur. Dakikalar içinde müdahale edilip düşük kan şekerinin yükseltilmesi ve dokuların kalıcı hasar görmesinin engellenmesi gerekir. Bu nedenle diabet hastalarının yanlarında hipoglisemi belirtileri geliştiğinde hemen ağızdan alabilecekleri glukoz tabletleri veya şeker bulundurmaları çok önemlidir.
Diabet hastalarında görülebilen diabetik ketoasidoz hastaneye yatırılarak yoğun bakım şartlarında tedavi edilmeyi gerektiren acil bir durumdur. Diabet hastalarında görülen diğer bir ****bolik tablo olan nonketotik hiperglisemik hiperosmolar koma da diabetik ketoasidoza benzer ve uygun sıvı,elektrolit tedavisi gerektirir.
İnsülin Tedavisi
Tip 1 diabeti olan hastaların hemen hepsinde ve Tip 2 diabet hastası olan kişilerin de birçoğunda insülin tedavisi gerekir. İnsülin midede etkisiz hale geldiği için ağız yoluyla alınamaz, sadece deri altı yağ dokusuna enjekte edilerek kullanılır. Enjeksiyon bölgesi olarak genellikle kollar, bacaklar veya karın ön duvarı tercih edilir. İnsülinin çabuk etkili insülin, orta etkili insülin ve uzun etkili insülin olarak adlandırılan ve herbirinin etkisinin başlama hızı ile etki süreleri farklı olan 3 temel formu bulunur. İnsülin oda sıcaklığında aylarca stabil kalabildiğinden evde bulundurulmasında, işyerine veya seyahate giderken taşınmasında pek sorun yoktur ancak aşırı sıcaktan korunması gerekir.
Uygun insülinin seçimi karmaşık bir konudur. En kolay uygulama günde tek doz orta etkili insülin enjeksiyonu olmakla birlikte bu uygulamanın kan şekeri kontrolu zayıf olduğundan ancak nadir durumlarda uygun yaklaşım olabilir. Daha etkin kan şekeri kontrolu genellikle farklı insülin türlerinin kombinasyonu ile sağlanır. Örneğin sabah ve akşam çabuk etkili insülin ve orta etkili insülin kombinasyonu, gün içinde aralıklarla birkaç kez çabuk etkili insülin enjeksiyonu ile en sıkı kan şekeri kontrolu sağlanabilir. Bu tedaviyi uygulayacak kişilerin mutlaka hastalık ve uygulanan tedavi konusunda yeterli bilgiye sahip olmaları ve gereken özeni göstermeleri gereklidir.
Zaman içerisinde bazı kişilerde insüline karşı direnç gelişebilmektedir. Bu durumlarda çok yüksek insülin dozlarına çıkılması gerekebilir. Bazı kişilerde insülin enjeksiyonu deri ve derialtı dokularını olumsuz etkileyebilir, enjeksiyon bölgesinde birkaç saat süren kızarıklık, kaşıntı ve şişkinlik görülebilir. Sık olarak enjeksiyon yapılan bölgede ciltaltı yağ dokusunun zarar görmesi nedeniyle ciltte çeşitli izler oluşabilir. Bu problemlerle karşılaşmamak için hastalara hergün vücutlarının farklı bir bölgesine enjeksiyon yapmaları önerilir.
Oral Antihiperglisemik İlaçlar
Oral antihiperglisemik ilaçlar çoğu Tip 2 diabet hastasında kan şekerinin düşürülmesinde yeterli olurlar. Ancak bu ilaçlar Tip 1 diabet tedavisinde etkili değildirler. Oral antihiperglisemik ilaçların birkaç türü bulunmaktadır. Sülfonilüreler ve meglitinidler pankreası uyararak insülin yapımını artırırlar. Biguanidler ve tiazolidinedionlar vücut dokularının insüline cevabını artırırlar. Glikozidaz inhibitörü ilaçlar ise barsaklardan glukoz emilimini yavaşlatarak etki gösterirler. Oral antihiperglisemik ilaçlar daha çok diyet ve egzersizle kan şekeri yeterince düşürülemeyen Tip 2 diabet hastalarında kullanılır. Tek ilaç yeterli etki göstermezse birden fazla tür oral antihiperglisemik ilaç birlikte kullanılabilir. Tip 2 diabet hastalarında oral antihiperglisemik ilaç tedavisi ile kan şekeri düzeyi yeterince kontrol edilemediği takdirde tek başına insülin tedavisi veya oral ilaçlarla kombine insülin tedavisi gerekebilir.
Tedavinin İzlenmesi
Diabet tedavisinin önemli bir parçası da kan şekeri düzeyinin izlenmesidir. Diabet hastalarının diyet, egzersiz ve kullandıkları ilaçları kan şekerini kontrol altında tutacak şekilde ayarlamaları gerekir. Bu ayarlamaların yapılabilmesi için de kan şekerinin sık aralıklarla izlenmesi gereklidir. Fazla egzersiz kan şekerini normalin altındaki seviyelere düşürebilirken, stress, enfeksiyon hastalıkları ve çeşitli ilaçlar kan şekerinin yükselmesine neden olurlar.
Piyasada bulunan pratik cihazlarla artık kan şekeri evde çok kolay ölçülebildiğinden diabet hastalarının kan şekerlerini ve tedavilerinin etkinliğini izlemeleri de çok kolaylaşmıştır. Bu kan şekeri ölçüm cihazları, parmak ucundan alınan bir damla kan ile özel test stripindeki değişikliği okuyarak sonucu saniyeler içinde dijital göstergesinde vermektedir.
İdrarda şekerin varlığı da kolaylıkla ölçülebilmekle birlikte idrarda bulunan şekerin ölçümü o andaki kan şekeri düzeyini göstermediği için yanlış yorumlamalara neden olabileceğinden tedavinin izlenmesi ve ayarlanması için uygun bir yöntem değildir. İdrarda şeker düzeyinde hiçbir değişiklik olmasa bile kan şekeri çok düşük veya oldukça yüksek olabilmektedir.
Tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesinde Hemoglobin A1C testi de kullanılmaktadır. Hemoglobin A1C öçümü ile son birkaç hafta süresinde kan şekerinin yeterince kontrol edilip edilmediği anlaşılabilmektedir. Hemoglobin A1C‘nin normalde %7’nin altında olması gerekir. Aslında diabet hastalarının bu düzeyi sağlayabilmeleri çok zor olmakla birlikte sıkı bir kontrol için buna yakın değerler hedeflemelidir. % 9’un üzerindeki değerler zayıf kontrolu, % 12’nin üzerindeki değerler çok zayıf kontrolu işaret eder. Günümüzde çoğu doktor Hemoglobin A1C düzeyinin her 3 - 6 ayda bir kontrol edilmesini önermektedir.
Deneysel Tedaviler
Tip 1 diabet tedavisinde ilerisi için umut veren çeşitli deneysel tedaviler bulunmaktadır. Bu tedavilerin birisinde vücutta çeşitli organlara insülin üreten hücreler implante edilmektedir. Halen implante edilen hücrelerin vücut tarafından reddedilmesinin engellenmesi için bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçların kullanılması gerektiğinden bu tedavi rutin olarak kullanılamamakta ve bağışıklık sisteminin baskılanmasını gereksiz kılacak yeni tekniklerin geliştirilmesine çalışılmaktadır.